21.Gün

24 4 2
                                    

İnsan, kendini yalnız hissetmeye başladıktan sonra ölüme yaklaşıyor. Önce içindekiler ölüyor. Duyguları, mutluluğu, anıları, huzuru... Sonra canı yanmaya başlıyor. Göğsü sıkışıyor bir anda. Bıçak saplanırcasına ardarda ağrılar girmeye başlıyor. O sırada nefes alamadığını sanıyor. Normalde nefes alabiliyorken o nefes ona yetmiyormuş gibi bir düşünceye kapılıyor. Boğazı yanmaya başlıyor. Ama bunu ağlama isteğine değil, alamadığı nefese yorumlamayı tercih ediyor. Sonra gözlerinden yaşlar boşalıyor. İlk başta fark etmiyor. Fark ettiği zaman ise nefes alamadığı ve göğsü sıkıştığı için olduğunu düşünüyor. Oysa ki bunların hepsinin tek bir nedeni var. Canı yanıyor ve ağlayacağı kimsesi yok. Yalnız ağladığını kabul etmek istemiyor. Yalnızlığı kabullenmeye korkuyor. Kabullendikten sonra ise kendine acımaya başlıyor. Kendini suçluyor. "Görünüşüm için sevmiyorlar.", "Davranışlarım yüzünden sevmiyorlar.", "Ben sevilebilecek birisi değilim. Kötüyüm." işte bu düşünceler insanı sonu olmayan bir çukura sürüklüyor.

Ben bu insanları çok tanıdım. Küçükken oğlumun kıyafetleriyle dalga geçip dışladıkları için bana ağladığı zamanları çok iyi hatırlıyorum. Bana gelirdi. Gözlerini boncuk boncuk yaparak bakardı bana. Koskoca seli göz pınarlarında saklamış gibi... Dolardı. O kadar çok dolardı ki içerisindeki dalgalanmayı görebilirdi dikkatli bakan her insan. Sonra bir anda hepsi akardı o küçük boşluktan. Onlar kurtulurdu bu acıdan akarak. Fakat gerisinde ağladığı için kendini daha da güçsüz hisseden oğlum kalırdı. Koşarak gelip bana sarılırdı. "Annecim." derdi ilk önce. Sonra derin bir iç çekerdi. "Beni neden sevmiyorlar?" Bir anne anca bu kadar çaresiz olur diye düşünürdüm bu zamanlara kadar. O günden sonra örgü örmeye başlamıştım. Geceleri oğlum uyuduğu zaman iplerle oğluma kıyafetler örerdim. Bana arkadaşlarında görüp anlattığı bütün modellerin resimlerini bulur ve baka baka yapardım.

Bir gün bana gelip yine ağlayarak okula gitmek iatemediğini söylediğinde yine mi dalga geçiyorlar diye endişelenmiştim. "Anne, kendimi yalnız hissediyorum. O kadar çok alışmışım ki yalnız kalmaya, artık kimseyle konuşup samini olamıyorum. Çok çekiniyorum." İşte bu sözlerden sonra daha çaresiz olunabileceğini anladım. Tabiki de bu zamanları tahmin edemezdim o günlerde. Ama canımdan bir parça kopmuş gibi hissettim o sözlerden sonra. Benim yüzümden ilk başta yalnız kalmıştı. Hem bakımlı yetiştirememiştim, hem de o kadar çok korumuştum ki onu... Arkadaşlarıyla çıkmak istediğinde kabul etmemiştim. Oyun oynamak istediğinde yollamamıştım. Yalnızlaşmasını sağlamıştım. Çocukluğunda yalnızlığı öğrenip bu sebeple ilişki kuramıyor olmasının sebebi de bendim. O gün nasıl açıklayacağımı bilemedim. Ona çekinse bile gidip kaynaşması gerektiğini, çekinerek hiçbir şey yapamayacağını söyledim. Bana "Ama ya benimle konuşmak istemeyip de nezaketen konuşmak zorunda kalırlarsa. Onlar konuşmadan konuşamam ki ben." dedi. Tüm gecelerde onun kendine güvenini nasıl yerine getireceğimi düşündüm o günden sonra. Ama ne denersem deneyeyim bir sonuç alamadım. Liseye geçtiği zaman ilk defa arkadaş edindi uzun aralardan sonra. Ama artık o kadar içine kapanık bir insan olmuştu ki, onunla nasıl arkadaş olacağını bana sordu. Onunla ne yapabileceğini, nasıl kendisiyle eğlenmesini sağlayacağını, ondan sıkılmasını nasıl engelleyeceğini...

Şuan onu daha iyi anladığımı fark ediyorum. O zamanlarda sadece fikir yürütür onu anlamaya çalışırdım. Ama ben hep yalnızlık çektiğim için bana normal gelirdi. Yanımda oğlum varken kimseye ihtiyaç duymazdım. Oğlum gidince fark etmiştim. Bu yalnızlık öyle bir hismiş ki. Ne ağlayabiliyorsun, ne anlatabiliyorsun. Kendini bulunduğun yerde yük gibi hissediyorsun. Oğlum gittiğinden beri ben de bu duyguyla uyanıyor ve uyuyordum.

Özellikle dünkü anlatılanlardan sonra kafam o kadar karışmıştı ki sadece kendimi dinlemek istiyordum. Düşünsenize; siz sadece birkaç söz için hayatınızda ilk defa diz çöküp yalvarıyorsunuz. Ama duyduklarınız o kadar ağır ki zamanı geri almayı dileyecek duruma geliyorsunuz.

Hemen söylediklerinden bahsedip bu günü bitirmek istiyorum. Düşünmek bile artık ağrılarımı arttırmaya yetiyor.


" Mağazamızın asıl amacı ticaret değil. Abim yaklaşık 15-16 gün önce bu mağazayı bir anda açmaya karar verdi. Gece yarısı eve kapıyı çarparak hızla girdi ve bir mağaza aldığını, hemen sabahtan eleman bulup işletmeye başlanmasını söyledi. Ne olduğunu sordum. Fakat hiçbir şey söylemedi. Sabah şapkasını takacakken de orda olmadığını fark etti. Kesinlikle bildiğim bir şey varsa o da abimin şapkasını kesinlikle kaybetmeyecek olması. Aile içi özel bir değeri olduğundan dolayı gözü gibi bakar ve onsuz bir yere gitmezdi. Bu sayede bir sorun olduğunu anladım. Mağazayı kahvaltıdan kalktığım gibi hallederek öğleden sonra açılışını yaptırdım. Fakat konumu o kadar kötüydü ki neden seçtiğini bir türlü anlayamadım. Odalarını dolaşırken kilitli bir kapı gördüm. Etrafta anahtarını arasam da bulamadım. Abimi aradım ve bu kapının neden kilitli olduğunu sordum. Bana sesini yükselterek o odadan uzak durmam gerektiğini söyledi. Bu olaydan yaklaşık 4 gün sonra da yurt dışında işleri olduğunu söyleyerek aceleyle çıktı. Bir sıkıntısı mı var diye merak edip arkasından bir çalışanımızı yolladım ve onu izleyerek uçağa ne zaman bindiğini söylemesini istedim. Fakat uçağa binmemiş olması yetmezmiş gibi uçak havalandıktan sonra da aracına binerek uzaklaşmış. Şuan ise nerede olduğunu bilmiyorum. "

Bir şeyler vardı içime sinmeyen. Ama şuan dinlenmek istiyorum. Yarın bu konu üzerine bakmam gereken birkaç yer var.

BulutHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin