Mavi Bir Tilki

882 62 68
                                    

ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün,
ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün
serinlik vurdun korulara, canlandı serçelerim
sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata,
ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.

***

Ruh eşlerine inanmazdım ancak bu dünyada birbirini kalan diğer herkesten çok daha iyi anlayan insanlar olurdu, buna çok kez şahit olmuştum. Annem ve babam o insanlardandı, bakışarak konuşurlardı ve ben o küçük yaşıma rağmen hayran kalırdım buna. Sessizlik içinde geçen o saniyelerde birbirlerine bakarlar, belli ki bir şeyler konusunda anlaşırlardı, ikisinin de yüzünde bir gülümseme oluşurdu sonunda. Öylece izler, kendilerine has olan bu alfabenin şifresini çözmeye uğraşırdım ancak o dili hiç anlayamadım. Onlara ait, onlara özeldi bu dil.

Ali ve ben de o insanlardandık. O yüzden onun içini kemiren o acı, beni de yiyip bitiriyordu. İçindeki boşluktan ben de düşüyordum. Onu hiç bu halde görmemiştim, keşke hiç görmeseydim. Güzel gözlerindeki yaşam pırıltıları sönmüş, tüm o canlılık annesiyle beraber uçup gitmişti sanki. Cenazeden eve döndüğümüzde annesinin odasına gidip yatmıştı. Yastığa sinmiş kokusunu duyunca ağlamış mıydı? O koku bir anıdan ibaretti artık.

Ailemin cenazesinden eve döndüğümüzde dünya benim için bambaşka bir yerdi. Annem, babam, teyzem, eniştem; hepsi bir anda yok olmuştu. Küçük aklım bununla baş edemiyor, kavramakta zorlanıyordu. İkisinin yatağında o kadar çok ağlamıştım ki, halime acıyıp gelirler sanmıştım. Normalde öyle olurdu ya. Ne zaman üzülsem ve ağlamaya başlasam halime kıyamaz, yanıma gelirlerdi. O gün o yatakta sesim kısılana kadar ağlarken yanıma çok insan geldi ama hiçbiri beni avutmaya yetmedi. Acı yaşımı aşıyordu, boyumu aşıyordu, küçük ellerime sığmıyordu ama bugün burada, Ali'nin içinde olduğu odanın önünde dururken ne yaşın ne boyun ne de ellerimizin büyüklüğünün bir önemi olmadığını anlıyordum. Ali annesizdi artık ve bu acı onun da ellerine büyük geliyordu.

"Keşke bugün bir şeyler yese," dedi Savaş yanıma gelirken. "Bir haftadır doğru dürüst bir şey yemedi."

Ali ve Nazlı'nın annesinin evindeydik. Akrabalar artık gitmişti. Geriye yakın arkadaşları ve biz kalmıştık.

Ali'nin içinde olduğu odanın önünden ayrılıp salona doğru ilerledim. Savaş da peşimden geliyordu. Burçak ve Akın'ın arasına oturdum. İkisi de çok üzgündü, cenazeden beri gitmemişlerdi. Hem Ali ve Nazlı'yı hem de annelerini çok sevdiklerini anlamıştım. Ortalarına oturduğumda ikisi de başını yorgunca omzuma yasladı.

"Nazlı nasıl Savaş? Ağrı kesici içti mi?"

"Hayır. Sersem gibi yapıyormuş ilaçlar onu. Uyumak istemiyorum dedi. Yüzleşmem gerek dedi."

"Yanında kalsaydın keşke."

"Ben de kalayım dedim ama istemedi beni," dedi. "Ali'yle yan yana olsalar keşke."

Londra'dayken bize sadece hastaneye kaldırıldığını haber vermişlerdi ama Ali'nin gözlerinde görmüştüm, annesinin gittiğini hissetmişti. En son ne zaman benimle konuştuğunu unutmuştum, sanırım o gündü. Zorunlu konuşmalar dışında kimseyle konuşmuyordu. Baş sağlıklarını kabul ediyor, yemek yemeyeceğini söylüyor ve tekrar o odaya kapanıyordu. Yanına gittiğimde aldığım cevapsa hep aynı oldu: Uyumak istiyorum.

"Ali için endişelenmeye başladım," dedi Beliz. O da yorgun başını Kaan'ın omzuna yaslamıştı. "Çok yalnız kalıyor. Çok düşünüyor. Selin, sen bir daha mı denesen konuşmayı?"

"Hiç açık kapı bırakmıyor ki," diye mırıldandım. Akın ve Burçak kucağımda olan ellerimi tuttular. "Ulaşamıyorum ona. Hiç böyle bir şey yaşamadım. Kendini öyle bir kapattı ki görmüyor sanki hiçbir şey. Hastanede ağlamadı. Cenazede ağlamadı. Eve geldik yine aynı. Konuşmuyor, paylaşmıyor. Nasıl iyi olacak böyle içini hiç akıtmadan bilmiyorum."

Ay IşığıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin