³

782 81 35
                                    

"Seni iyi gördüm ama." dedim yatakta uzanan anneme. Kazadan sonraki üçüncü görüşmemiz falandı. O benden daha iyi bir durumdaydı. Sürücü koltuğunda olmasına rağmen sadece bir kolu kırıktı. Ben ise şu an yürüyemiyordum.

Başını salladı ve tekerlekli sandalyedeki bana acıyarak baktı. Gözlerinin dolduğunu hissettiğimde yine kendini suçlayacağını anlamıştım.

"Özür dilerim." dediğinde göz devirdim. Bunu demeyi kesmesi gerekiyordu. Hiçbir şey onun yüzünden olmamıştı. Elini tutup gülümsedim. Neredeyse her seferinde sıraladığım cümleleri sundum. Bir süre sonra tekrar ağlaması dinmişti.

Çalan kapıyla bakışlarımı annemden alıp, içeri girenlere çevirmiştim. Hemşirenin yanında bir de Hye Mi'yi görünce sırıtmadan edemedim. Ne yapıp ne edip beni buluyordu ya, bu huyunu çok seviyordum. 

İkisi bize yaklaşıp durduklarında dikkatim sadece ondaydı. O da bana baktı ve el salladı. Şaşırtıcı bir şekilde kıskandığım için ondan rica ettiğim şeyi yapıyordu. Ama büyük ihtimalle arkadaş kalabilmemiz için bir koşul olarak görüyordu. Yine de benim işime geliyordu.

Üstünde yine hastane kıyafeti ardı. Ne giyerse giysin yakışıyordu. Saçlarını bu sefer örmüştü. Omuzlarından önüne doğru düşüyordu. "Gerçekten kusura bakmayın... Tutturdu bacaksızı göreceğim diye. Bırakmadı peşimi." annem, olaylardan bir habersiz sorun olmadığını belirtirken ben girdim araya. "İşte buradayım." başını salladı.

Heyecanla dizlerinin üstüne çöküp aşağıdan bakarak sordu. "Bahçeye çıkalım mı bacaksız?" hitap şekli iki yetişkini de şaşırtmıştı ama benim umrumda değildi. İstediğini yapmak için onu onayladığımda sandalyemi gösterdim. Omuz silktim. "Ama birinin beni itmesi gerek." sevinçle zıpladı yerinde. Hızla arkama geçti. Elleriyle tutacakları kavrayıp kapıya doğru ilerledi. "Ben ne güne duruyorum?"

Hemşire endişeyle bizi durdurduğunda geri çekilmesini rica ettim. Hye Mi ne isterse yapmak zorunda hissediyordum kendimi. Doğuştan her saniye mutlu olan bu kızı sanki ben mutlu ediyor gibi durmak istiyordum. Yani ne diyorsa yapacaktım.

"Siz arkadaş mısınız?" arkadaş kelimesi sinirimi bozsa da, onayladım annemi. Daha fazla bir şey demelerine ya da sormalarına izin vermeden devam etmek için arkamdaki kıza işaret verdim. Önce asansöre peşinden de bahçe kapısına geçtik.

Yaklaşık on dakika sonra nihayet dünki yere, bankın önüne varmıştık. Beni hareket etmeyeceğim bir yere bıraktı ve kendisi de oturdu. Bugün kuşlar yoktu. Onları arıyor gibiydi. Bir tane bile göremeyince üzülmüştü belki de ama bunu o hariç kimse bilemezdi. Kollarını göğsünde birleştirip etrafına bakındı.

Bir umut ben de inceledim çevreyi. O istiyor diye gelmelerini bekledim ama başka yerde olmalılardı. "Sanırım kuşların bugün başka bir yerde." dedim hafif dalgaya vurarak. Kafasını oynattı ama aklı burada değildi. Kaşlarımı çattım. Onu ilk defa böyle görüyordum. Merak etmiştim bu kadar düşünceli olmasına sebep açan şey neydi?

"İyi misin sen?" yutkundu. Gülümsüyor bile olsa, benden çekindiğini gözlerinden anlamıştım. "Sunghoon..." adımı ağzından duymak heyecanlandırmıştı beni. Kalbim normal halinden bir hayli hızlı atmaya başladığında o da daha fazla uzatmayıp söze girdi.

"Bir oda arkadaşım var. Ona seni anlattım." Gülümsedim. Beni başkalarına anlatıyordu demek. Bu aklında olduğumu gösterirdi değil mi? Utanarak başımı eğdim. Saçlarımı karıştırdım. "Dün bana dediklerini söyledim. Beni kıskandığını düşünüyormuş." gözlerim irileşti. Oda arkadaşı Hye Mi gibi masum ve saf olmamalıydı. O aksine bir şeyleri çabuk kavrayan biriydi.

"Arkadaşlar birbirlerini kıskanır dediğimde de bana güldü." kız ya da erkek kim olursa olsun Hye Mi'ye gülmesi sinirimi bozmuştu. Onu utandırmış olmalıydı. Sırf istemediği kadar gülüyor diye her saniye içten bir mutluğa sahip olacak değildi.

"Ne diye gülüyor ki? Sen de ona bunu sormalısın! Öyle herkese ve her şeye gülünmez." omuz silkti. Temiz havayı içine çektikten sonra devam etti kaldığı yerden. "Güya beni seviyormuşsun. Ben de ona bacaksız beni sevemeyecek kadar acı çekiyor dedim. Hem ilk gördüğün birini nasıl sevebilirsin ki?" 

"Evet... Nasıl?" doğrusu bu sorunun cevabını bulsam kendimle ilgili bir şeyi de çözmüş olurdum ama bir fikrim yoktu. Ellerini bankta sabitleyip, gözlerimin içine baktı. O güzel gözlerini benimkilere kenetledi. "Bacaksız... Sen bana bakmayacak kadar yakışıklısın."

Beni gerçekten yakışıklı bulup bulmadığını soracakken omzuna konan kuşla aklım dağıldı. Beklediği gibi bir tane nihayet gelmişti. Sevinçle ellerini çarptı. Fazla hareket etmemeye çalışarak kıkırdadı. 

Dün ilk defa karşılaştığım kuş türüne bakarken, arada ona da kaçamak bakışlar atıyordum. Demek onu sevemeyecek kadar yakışıklı olduğumu düşünüyordu. Ben de beni sevemeyecek kadar masum, zarif, nazik ve güzel olduğunu düşünüyordum.

"Biliyor musun? Bir inanışa göre, kuşlar aşkın habercisiymiş." sırıttım.

"Çok yerinde bir inanışmış."

__

__

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
bolide ❥ park sunghoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin