Önümdeki kağıtları imzalamıştım. Kalemi yavaş hareketlerle sözleşmenin üzerine bırakıp imzaladığım yere bakıyordum. Hata yapmadım, hata yapmadım, hata... Kimi kandırıyorum ki? En büyük hatayı yıllar önce yapmıştım zaten.
"Bahram, yeniden bana çalışman çok güzel. Onurumu okşuyorsun." Çatık kaşlarımın altından Haylaz'a baktım. Kendimi dizginleyip arkama yaslandım. Yüzündeki iğrenç gülüş kaybolmazken benim içimdeki pişmanlığın büyümesine neden oluyordu.
Boran elimi tutunca ona döndüm. Gözlerini kırpıp güven vermeye çalışıyordu her ne kadar etki edecekse. Haylaz masanın üzerindeki telefonu alıp numara tuşladı. O telefonu kulağına götürürken ben de onu izliyordum. "Bize bol şekerli üç Türk kahvesi getir."
Şekerli kahve mi? Hiç de sevmezdim. Bakışlarımı Haylaz'dan alıp odada gezdirdim. Krem ve kırmızı ağırlıklı bir odaydı. Odada dosyalar için kitaplık, kasanın olduğu kilitli duvar, iki tane deri koltuk, çalışma masası ve küçük sehpa vardı. Bıraktığım gibi...
"Bahram, bu gece başlıyoruz o zaman Gölge'de." Mekanın adını duymamla başımı salladım. Daha önce iki defa orada bulunmuş ve galibiyetimi kutlamıştık. "Saat kaçta?" Haylaz yüzündeki gülümsemeyle bana bakıp sorumu cevapladı. "9 da başlarız." Kafamı sallayıp ayağa kaktım. Tam o sırada açılan kapı ile kahveler gelmişti. "Kahvemizi içseydik bebeğim."
Bu adam artık beni zorluyordu. Yüzüme sahte bir tebessüm ekleyip başımı salladım. Genç kızın getirdiği kahve fincanlarının iki tanesinin kulpundan tutup Haylaz'a doğru ilerledim. Kahveleri üzerine döküp fincanları köşeye fırlattım. Odada çığlıkları yükselirken parmağımı ona doğrulttum.
"Bir daha sakın!" İkazımı anlamış olacak ki sessizce gözlerime baktı. Odadan çıkıp onu ardımda bıraktım. Özgüvenliydim çünkü bana ihtiyacı vardı. Karanlık koridordan çıkıp kendimi dışarı attım. Yağmur yağmaya başlamıştı. Şiddetli yağmura kendimi bırakıp yürümeye başladım.
Ardımdan seslenen Boran'ı duymazlıktan geldim. Adım sesleri dibimden gelirken başımı çevirip ne oldu dermişçesine baktım. "Arabaya bin, eve bırakayım." "Ben giderim, sen işini hallet." Bakışları emin olmak için yüzümde gezindi daha sonra kafasını sallayıp arabaya doğru yürüdü. Yağan yağmur saçlarımdan yüzüme doğru yol çizerken rahatsız olmuyor aksine hoşuma gidiyordu.
Bulunduğum yerden uzaklaştıkça yağan yağmur içimdeki yangını durduruyordu. Kendime yavaş yavaş gelince yolun ortasında durup derin bir nefes aldım. Bugün büyük gün yeniden başlıyordu. Bugün bol antrenmanlı geçecekti benim için. Adımlarımı hızlandırıp ilerlemeye devam ettim. Saçlarımın ıslanması ağırlık vermişti.
Tokayı tutup çekiştirdim ve sarı, uzun saçlarımı özgür bıraktım. Islanan saçlarım gözümün önüne gelirken bir yandan onları kulağımın arkasına sıkıştırıyor bir yandan da hızlı olmak için kendime telkinler veriyordum.
Adımlarım sonunda tanıdık evin önünde durunca hiç vakit kaybetmeden kendimi eve attım. Kapıyı ardımdan kapatıp yaslandım. Bazı şeylerin bir sonu vardı, tıpkı bu evdeki mutlu zamanların son bulduğu gibi. Ben ise hazırladığım sona doğru ilerliyordum. Bağımlılık damarlarıma işliyor ve beni bırakmıyordu. Kurtulmam uzun sürse de başarmıştım.
Şimdi emeklerim karşılığını almadan yine o bataktaydım. Kapıdan ayrılıp üzerimdeki ıslanmış montu çıkardım. Islak kıyafetlerimi umursamadan mutfağa geçip atıştırmalık bir şeyler hazırladım. Sonunda peynir ve domatesli sandviç hazırlamıştım. Elimdeki sandviçle odama çıkıp akşam için hazırlık yapmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AZAZEL
Ficțiune adolescențiİyilik üstün müydü kötülükten yoksa biz insanlar mı iyiliği bu kadar abartmıştık? Şeytanın amacı insanların içindeki kötülüğü gün yüzüne çıkarıp onları bunun için cezalandırmaksa şeytan gerçekten kötü müydü? Kirli bir dünyayı yok etmek iyilik miyd...