11- break up (/m)

92 14 9
                                    


"Biz, artık görüşmeyelim."

Ağzımdan zar zor, titrekçe çıkan söze karşılık yüzünde tek bir mimik oynamamıştı. Sanki çok normal bir konuşma yapıyormuşuz gibiydi. Belki de birden söyleyivediğim için olayı kavrayamamıştır, diye düşündüm.

"Ayrılalım." Sözlerimin arkasında durmak adına daha açık bir şekilde içinde tonlarca acı ve hüzünle seçilmiş o kelimeyi söylemek için tereddüt etmedim bile.

Gözlerimi kaçırmak istememiştim, direkt onun mavilerine bakarak duygularını hissedebilmek istemiştim. Ama bırak duyguyu, kaskatı olan suratından yaşam belirtisi almak bile zordu.

"Bu kararı sana verdiren nedir?" Aradan geçen dakikalar sonunda sessizliği bozduğunda buna verecek bir cevabım yoktu. Fakat aklımda, daha önce evirip çevirerek kurduğum bir sürü bahane cümlesi sıralıydı.

"Yürütemediğimizi sen de benim kadar biliyorsun." Yutkundum. "Belki de ikimiz de sadece hayatlarımıza yoğunlaşmalı, daha kendimize denk birilerini bulmalıyız."

İşte şuan gözlerimi kaçırdım ondan, çünkü ben de biliyordum ki yatak arkadaşlarının sahip olması gerekenden daha fazla uyumluyduk birbirimize.

Belki alışkanlık, belki de geçen 3 senenin verdiği deneyimlerdendi, bilemiyorum.

Hyunjin bir eliyle kafasını kaşımıştı. Söylediklerimi hazmetmek çalışır bir hali vardı ama ayrılmak için onun kapısına gelen benim aksime gayet sakin görünüyordu. Ya da belki de içinde yaşadığı içindi.

"Geçen onca senenin ardından, kapıma gelerek öylece ayrılabileceğini sanıyorsan, yanılıyorsun. Konuşalım." Omzunun arkasından evi işaret etti.

Haklıydı, bir veda sözüyle ayrılmak ben de istemiyordum. Aslına bakılırsa, ayrılmak istemem de tamamen yalandı, sadece mecburiyetti.

Hyunjin içeri geçerken ayakkabılarımı çıkararak onu takip ettim. Sanki ilk defa yerdeki beyaz parkelerde yürüyormuş, evi ilk defa görüyormuş gibi.

Koltuğa oturduğunda ben de yanına yerleşmiştim. Benim aksime gergin değildi. Sadece neler döndüğünü anlamak ister gibi bir hali vardı.

İkimizin de konuşmaya cesaret edemediği birkaç yüz dakika gibi gelen sürenin sonunda Hyunjin'in ağzı bir şeyler söylemek istermişcesine açılmıştı ama sözcükler dökülmemişti dilinden.

Kaşlarını çatmıştı, farkında mıydı bilmiyorum ama görünüşü nazikten bir hayli uzaktı.

"Başka biri mi var?" Uzun bekleyişten sonra ağzındaki baklayı çıkardığında sanki üzerinden ağır bir yük inmişcesine rahatlamıştı, sorabildiği için.

"Hayır, tabiiki yok." Hızlıca söyledim. Bahanelerin içine üçüncü bir kişiyi katmak istemezdim.

"O zaman, neden ayrılmak istiyorsun? Birdenbire?" Ses tonu soru sormaktan öte kendini sorgular gibiydi. Nereyi yanlış yaptığını anlamak istiyordu, tek bir yanlışı olmadığı halde.

"Ben sadece.." Zorla konuşuyordum. "Sürdürebileceğimizi düşünmüyorum. İki haftada anca bir iki defa görüşebiliyoruz, aksini iddia etsen de birbirimize bağlı gibi yaşıyoruz. Etrafındaki fırsatları görmelisin. Sana daha uyumlu bir yaşam sürdürebilecek biri bulmalısın."

Kelimeler ağzımdan hızlıca dökülene kadar ven bile bunlardan bu kadar emin olduğumu bilmiyordum. Kendimi yalanlara inandırmaya çalışmış ve onlarla kandırmıştım benliğimi.

Hani bazen kendinize pembe bir yalan söyler, gerçeğinden daha çok inanırsınız ona. Sonra yalanlar ve gerçekler karışır. Gerçekler yalanların arkasına öyle güzel saklanır ki bir süre sonra yalanlar dahi gerçek gelmeye başlar.

"Bana daha uyumlu yaşam sürdürebilecek biri mi?" Dediklerimi tekrar ederken bile kelimelerini özenle seçmeye dikkat ediyordu.

"Evet." Derken tereddüt etmedim çünkü kendim de çoktan inanmıştım gerçekliğine.

"Bunlar gerçek düşüncelerin mi yoksa söylemek istediklerin mi sadece?" Bir kaşını kaldırdığında beni, kendimi tanıdığımdan daha çok tanıdığını fark etmiştim.

Gözleri yüzümün her tarafında gezerken kederli bir ifadeden çok endişeli bir yüz takınmıştı. Sanki verdiğim kararlarda emin değilmişim gibi düşünüyordu.

Oysa ben kararımı önceden vermiştim.

"Yani şimdi..?" Koltukta bana doğru kayarak aramızdaki mesafeyi kapattı.

Elini çeneme koyup baş parmağıyla usulca yanağımı okşadığında tereddütlü değildi. Hiçbir zaman olmamıştı.

Baş parmağı yüzümde gezinirken dudaklarıma geldiğinde yavaşça durdu. Tenimde hissettiğim karıncalanmadan dolayı sıcak elleriyle yaptığı her dokunuş buz ellemekten farksızdı benim için.

Baş parmağı alt dudağımı okşadı, okşadı. Ardından Hyunjin yüzünü yüzüme yaklaştırarak konumlandırdı. Aldığı ve verdiği her nefesi tenimde hissedebiliyordum.

Dudaklarını dudaklarıma bastırdığında gözlerimi, dudaklarımızın birleşmesiyle eş süre kapattım. Teni ve dokunuşlarının aksine soğuk olan dudaklarını tek dokunuştan sonra çekmişti.

Sanki tadına varamamam için bilerek yapıyor gibiydi.

Odak noktasını boynum olarak değiştirdiğinde gömleğinin yasalarında düğmeleri göz açıp kapayıncaya kadar açmış, beyaz tenimi gün yüzüne çıkarmıştı.

Dudaklarında belli belirsiz bir kıvrım oluşurken birden dudaklarımın önünde beliren iki parmağını ağzıma buyur etmek için yaklaştırdığında onun istediğini yaparak parmaklarını ağzıma götürdüm.

Ağzı suyuyla ıslanmış bir şekilde çıkardığında dudaklarındaki kıvrılma genişlemiş bir şekilde iki parmağını hafifçe boynum ve köprücük kemiğimin arasına uzun bir yol çizmek için kullandı.

Yavaşça eğilerek dudaklarını çizdiği yol boyunca gezdirişinin her bir santimi içime işliyordu sanki.

Boynumu öperek başladı, ardından öpücüklerini köprücük kemiğime kadar indirdiğinde bedenim çalkalanıyordu.

"H-hyunjin-" Zar zor konuşup adını mırıldandığımda sesim çatlamıştı.

"Eğer benden o kadar çok ayrılmak istiyorsan..." Boşta kalan sol elini pantolonumun üstünde gezdirmeye başladığında karıncalanma hissetmiştim. Her bir zerremde.

"o zaman tekrar söyle, ayrılmak istediğini. O zaman gitmene izin vereceğim."

Pislik yapıyordu. Dudakları, bu sefer kardeşi olan diliyle beraber boynuma geri döndüğünde uzunluğumun üzerinde cirit atan eli varken, konuşmayı dahi beceremiyordum ben.

Zaten ayrılmak istemenin yükü yeterince zordu, mi bir de utanmadan bu pozisyonda söylememi istiyordu. Yapamayacağımdan emin hale getirerek.

Diliyle boynumu yalamaya başladığında eş zamanlı olarak eli, ne zaman açıldığını anlamadığım pantolonumdan içeri girerek iç çamaşırı engelini de atlatıp doğrudan çoktan sertleşmiş uzunluğuma gitmişti.

Ağzomı açsam bile, her yerimde hissettiğim baskılardan dolayı konuşmayı beceremiyorum.

Bunca zamandır alışkın olduğum dokunuşlarına bağışıklık geliştirdiğimi sanardım. Ama bu durum bana aksini kanıtlamak istermiş gibiydi.

"Neden konuşmuyorsun Jeongin?" Kılımı bile kıpırdatamıyordum ve bu durum onun hoşuna gidiyordu.

"A-ayrı-" Zar zor konuşmaya çalışan sesimi bölen uzunluğumu sıkıca kavrayıp bir o kadar da hızlıca çekmesiydi.

Kocaman eli uzunluğumu hapsetmiş ve pompalarken dudaklarımı öpmeye başladığında refleks olarak ellerimi boynuna dolamıştım.

Dili dudaklarımda gezinirken nefessiz kalarak çekildiğimde ikimiz de kontrolden çıkmıştık.

Fark etmediğim bir anda diğer eline de kendi uzunluğu hapsetmiş, birlikte çekiyordu. Kafamı omzuna koymuştum, inleme seslerimiz tüm odayı kaplıyordu.

Derken nereden geldiğini bilmediğim bir cesaretle dudaklarımdan heceler döküldü.

"Ayrılalım."

BIG APPLE | HYUNIN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin