Bölüm 6; Düşünceler.

654 101 16
                                    

Han Jisung

Kedi gördüm, anneydi sanırım. Yavrularını mı arıyor? Dondurma almış küçük kız, ben de alsam mı ki, ya da boş ver. Bastonundan şikayet eden amca, yaşlandığımda ben de böyle olurum kesin. Belki yaşlanamam bile. Büyük ihtimal sevgilisiyle çok mutlu biri kuyumcuya girdi. Evlenecekler mi acaba? Ben ileride evlenir miyim? Resim çekilen turistler de var. Daha önce başka bir yere gitmedim. Gitmek isterdim ama yapamam ki, çok zor iş bir kere-

Minho.

"Han-Ji!"

...Çok güzel. Mutlu görünüyor, mutlu ol. Sarılacak mı? Ben sarılayım mı? Özledim.

"Geleceğini düşünmemiştim." dedim yanına gidince. Yaslandığı duvardan doğrulup yakınlaştı bana. Yüzünde dünyanın en tatlı gülümsemesi vardı, ne zamandan beri bu kadar tatlı ve... melek gibi bilmiyorum ama hem onun güzel yüzünde hem çok gereksiz düşünce bulundurmasına rağmen benim aklımda her zaman böyleydi gibi yer edinmiş. Onun güzelliğine karşı aptal gibi otuz iki diş gülümseyemezdim. Gülümseme, gülümseme, gülümsem-

"Gelmek istedim, bir yerlere gideriz diye. Çiçekçiden bahsediyorduk bir ara, gidelim mi oraya?" Dudaklarımı ısırıyordum şimdi, bunu yapmamı genelde engellerdi ancak bu sefer bir şey demedi. Nereden geldiğim ve orada neler olduğu hakkında sormadı. "Nasıl geçti?" yerine kafamı dağıtmam için güzel bir yere gitmeyi teklif etmesi az önce tam olarak tanımadığım birine karşı kendi ağzımdan dökülen gerçekleri atlatamadığımdan içimi rahatlatmıştı. Beni her zaman anlıyordu, benim için yeterince düşünüyordu ama her seferinde detaylar hakkında daha dikkatli davranıyordu. Çiçekler ve Minho, randevu?

"Gidelim, oradaki çiçekler çok güzel kokuyor. Belki eve koymak için bir demet alırız, güzel koksun evimiz." Yürümeye başladığımızda gülüp tekrarladı beni. "Güzel koksun evimiz." Bizim evimiz, söylemesi güzel. Eskiden de böyle mi hissediyordum? Galiba.

Onu gördüğüm anda düşüncelerimin tamamen ona odaklı olması, başka insanları görmemem ilacımdı benim. Sadece o ve ben var gibiydik. Bunu fark etmemek körlük olurdu, onun benim için özel, farklı olduğunu tabii ki her zaman biliyordum ama bugün çok farklı hissediyordum. Biraz rahatlamış, biraz kafam karışıktı ve aslına bakarsan çok fazla sinirden gülerek ağlama isteğim de vardı.

Bay Kim, diğer adıyla yeni psikoloğum bana önceki haftanın sakinliği ve yavaşlığı yerine bugün aşktan korkmamam gerektiğini ayrıca yıllardır en yakın arkadaşım diye seslendiğim Lee Minho'ya aşık olduğumu kabullenmemin kesinlikle daha iyi olacağını bana anlattığı diğer uzun şeylerin arasına sanki küçük bir şeymiş gibi kıstırıp uzun uzun onu dinlemek istemeyen kulaklarıma anlatmıştı.

O konuşmanın ardından düşüncelerimin berraklaşması gerekirken şimdi o kadar karışıktı ki fıçılar dolusu bira içebilirdim, onu gördüğüm an sadece onun zihnimde sabit kaldığını fark etmem beni duraksatmıştı da. Diğer insanlar sadece diğerleriydi ama en yakın arkadaşım Lee Minho her zaman olduğu Minho'ydu. Her zaman yanımda olan, her zaman mükemmel olan, sevilmeye değer olan insan ama en yakınımdı işte... Ondan başkasıyla rahat değildim ama en yakın arkadaşımın bundan fazlası olduğunu iddia etmek, zordu.

Bana yaklaştığında daha fazlasını istiyordum, bunu hiç inkar etmemiştim zaten. Bana baktığında daha fazlasını istiyordum. Sadece benimle konuştuğunda bile daha fazlasını istiyordum. Yanıma oturduğunda, kolunu omzuma atsın ve kendine çeksin beni. Kolu omuzumdayken ve sırtım onun omuzuna yaslıyken elimi tutsun. Benimle sevdiği şeyler hakkında konuşsun, uzun uzun anlatsın ki sesini dinleyebileyim. Onu mutlu edebileyim ve bana verdiği sevginin aynısını ona katıyla vereyim. Onun hakkında bu kadar bencil olmak ve fazlasını istemek yeterince vicdanımı sızlatıyor.

Artık düşüncelerimi içimde tutmak zorlaştı. Daha çok anlatıp konuşmak istiyorum, düşüncelerimin verdiği sırtımdaki ağırlık biraz olsun hafifleşsin istiyorum sanırım. Bu yüzden Bay Kim ile konuşabildiğimi tahmin edebiliyorum. Minho ile her şeyi konuşabileceğimi biliyorum, benim hakkımda aklından bir tane karartı geçmeyeceğine güvenim sonsuz. Mesele bu değil ama, üzmek de istemiyorum onu bir yandan. Bana söylemese ya da belli etmemeye çalışsa de zaten benimle beraber düşüncelerimin yükünü paylaştığını biliyorum. Beni, benim ihtiyacım olmasa da, istemesem de korumayı sevdiğini de biliyorum ve küçüklüğümüzden bu yana tatlı buluyorum biraz, berbat oyunculuk yeteneğiyle inkar eder ona ima edince ancak teşekkür ettiğimde de gelip sarılıyor bana aptal. En azından teşekkür ettiğimde mutluluğunun kaynağı oluyorum.

"Bunlar güzel kokuyor, cidden çok güzel kokuyor! Kokla bir kere, senin kokuna benziyor biraz." Sepetin içinden aldığım elimdeki mor çiçeği ona uzatıp koklamasını sağladım. Çiçeği elimden alıp göz kırpmıştı bana. "Kokumu da nasıl tanırmış." Gülüp yavaşça omzuna vurdum, o bu sırada gülerek tekrar koklamıştı çiçeği. Tanrım, başım dönüyor gibi hissediyordum. Normalde etrafımda olan en ufak şey hakkında bile saatlerce düşünebilirken şimdi beynimin içi "Minho'ya arkadaşlıktan öte hisler beslemen sorun değil Jisung." cümlesinden başka bir şey kabul etmiyordu. Bay Kim'in sesi defalarca yankı yapıyordu.

"Hmm... Bakalım Han Jisung'da nasıl duruyormuş peki bu çiçek?" dedikten sonra o mor çiçeği kulağımın arkasına sıkıştırdı. Nerede olduğumuz görüş açıma girmiyordu. Farkında olmadan dudağımı ısırdım yine, gözlerini takip ettim istemeden ama dudaklarımın orada duraksadıktan sonra gözlerime çıktı yine bakışları. Burnumdan bir nefes aldım, ağlamak istedim. "Güzel oldu mu?" dedim başım biraz eğikken. Gözlerimden her an yaşlar akmaya başlayabilirdi, duyduğum suçluluğun haddi hesabı yoktu bu saatten sonra. "Evet, çok güzel oldun."

Gözlerimi yumdum sıkıca, geri adım attım. Saçlarımdaki elinin hissiyatı yok oldu. "Hadi alalım." dedim gözlerimi açıp tebessüm ettiğimde. Duraksadı, bende bir terslik olduğunu anladı. "Tamam, alalım. Bakar mısınız?" diye seslendi ileride kasada oturan görevliye. "Bundan bir buket alabilir miyiz lütfen." Dakikalar sonrasında elimde mor çiçeklerden oluşan bir buketle çıktık çiçekçiden, kokusunu gerçekten sevdiğim için koklayıp duruyordum. Arada Minho'nun bana baktığını da göz ucuyla görüyordum. Benim yüzümden konuşamıyorduk, şimdiden her şeyi bozmuştum işte.

Eve gidene kadar sessizce yürüdük, aynı zamanda her adım atışımda kendime ağlamamam gerektiğini hatırlatmıştım. Bir anda üstüme büyük bir yük binmiş gibiydi. Kabul etmek istemiyordum ama biliyordum bundan sonrasında hayır da diyemezdim. Benim suçumdu, bunu aşamazsam Minho'yu kaybedebilirdim. Engelleyecek hiçbir şey yoktu. En yakın arkadaşımı, ailemi, sevdiğim adamı omuzlarına daha da sorumluluk koyarak benimle birlikte harap edemezdim. Sorunlu adamın tekiydim.

İçeri girdiğimizde ilk yaptığım şey çiçekleri bir vazoya koymaktı, tekrar mutfağa su içmek için gittiğimde Minho'nun da arkamdan geldiğini duymuştum adım seslerinden. Ben bardağı tezgaha koyarken o hiçbir şey yapmadan dikildi yemek masasının yanında. "Jisung, sarılmak ister misin?"

Sesi kısıktı, iyi olmamı istiyordu. İyi olmadığımı, kendisinin benim güvenli yerim olduğunu biliyordu.

İsterim, kalbime yazıklar olsun ki çok isterim ama onun da iyi olmasını istiyorum. Benimle vaktini tüketmesini, başka insanlar varken benim yanımda durmasını hakkedemiyorum.

Son bir kere. Sadece son bir kere daha...

Bundan sonra ben iyi olmasam bile o iyi olacak.

---

Jisung'un hissettigi seyler de Minho'nun hissettigi seyler de hicbir zaman basit duygular olmadi ve bunu umarim size yansitabiliyorumdur cunku bu fic hakkinda ilhamim cok fazla ve gece gunduz yaziyorum eger hissettikleri seyleri size hissettirebildiysem zirvede birakacagim SAKA arkadaslar delirmedim

BU ARADA yayimladigimi fark etmeden yayimlamisim son kez kontrol edeyim diye girdigimde bi baktim yayimlanmis dedim allah belani nE👁👄👁

Son olarak da cicegimizin renginin anlamini birakalim

Mor: Mütevazi, tevazu gösteren ve cömert duyguların göstergesidir. Duygularını rahatlıkla dışa vuramayan sevgililerin tercihidir.

Lucky I'm In Love With My Best Friend | MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin