Kendimi daima yetersiz hissediyorum. Köşeye kıstırılmış gibi, yalnız kalmış gibi... Bazen yaşadığım şeyleri kendim uyduruyormuşum gibi geliyor. Sanki insanlar bazı davranışları yapmasalar bile onları yapmışlar gibi suçluyorum. Ya da tam tersi. Bilmiyorum , kendimi bile anlayamazken insanları nasıl anlayabilirim ki? Beni nasıl görüyorlar, davranışlarım gerçekten soğuk mu, değer verilecek kadar önemli miyim? Bilmiyorum.
İçimdeki ses bir türlü susmak bilmiyor. Bu sıralar kendimle konuşmaktan dışarıyı ihmal ediyorum. Birçok kişi durgun duruyorsun diyor, oysaki ben fırtınalıyım. Göremiyorlar. Beni görmek istemiyorlar ve bunun için kimse çaba harcamıyor.
Neden az önce mutluyken şimdi gözlerim yanıyor? Mutluluk sandığım şey de sahte mi ? Aynı diğer her şey gibi.
İnsanlara karşı kendimi saklıyorum ve bu beni rol yapmaya itiyor. En kötüsü de yaptığım rollere kendim bile inanıyorum. Ben neden böyleyim? Neden herkes gibi yaşayamıyorum? Neden saklanma ihtiyacı hissediyorum, neden böylesine yalnızım?
Korkuyorum. İnsanların bana yaklaşmasından korkuyorum çünkü her an ihanete uğrayacakmış gibi hissediyorum. Daha önce olduğu gibi. İnsanlar benden kaçıyor ve büyüdükçe bunun ayrımına daha çok varıyorum. Çocukluğumdan beri böyleydim, hiç arkadaşım olmamıştı. Tek dayanağım ailemdi.
Kendi kabuğuma öylesine çekilmiştim ki biri gelip o kabuğu kıracak diye ödüm kopuyordu. Birini tanımaktan, birinin beni tanımasından ölmekten korktuğumdan daha çok korkuyordum. Fakat ara sıra tuhaf rüyalar görüyordum. Biri vardı rüyamda, daha önce tanışmadığım biri. Uyanınca sanki ona ihtiyaç duyuyor gibi hissediyordum ama öyle biriyle henüz karşılaşmamıştım.
İşte tüm bu duygular içerisinde eylülün rüzgarıyla birlikte yolda yürüyordum. Tek başımaydım, aynı bulunduğum sokak gibi. Yollar boştu, aynı hislerim gibi ya da hissizliğim gibi. Bu dünyada beni kendim gibi hissettiren tek bir şey vardı. O da balerin olmak.
Ayaklarımın üzerinde yükseldiğimde gökyüzüne dokunacakmış gibi hissederdim. Parmak uçlarımda döndüğümde dünyayla birlikte dönüyormuş, kollarımı etrafıma doladığımda rüzgarı kontrol ediyor gibi hissediyordum. Kendimi kendim olduğum için seviyordum. Dans ederken benliğimi buluyordum.
Çocukluğumdan beri dans ediyordum, annem beni desteklemişti ve onun yardımlarıyla on sekiz yıldır bu işi yapıyordum. Halimden memnundum. Mutlu muyum ,mutsuz muyum bunun ayrımına varamıyordum ancak bildiğim bir şey vardı. Kesinlikle eksik hissediyordum. Rüyalarımdaki o adamı bulmak için tüm dünyayı dolaşabilirdim.
Dans kulübüne girdiğimde içerisi boş ve karanlıktı. Bugün derslere geç kalmıştım ancak bunu umursamıyordum. Boş salona geçtim ve ışıkları yaktım. Aynanın karşısında kendimi izleyerek ilk önce bedenimi gevşettim. Sessizlik her yana yayılmışken benim tek başıma böyle durmam biraz ürpertici gelmişti ama yine de vazgeçmeyip devam ettim.
Müzik çalardan klasik bir müzik açıp dans etmeye başladım. Bu birkaç saat sürmüştü. Ayak parmaklarım hissizleşene kadar devam ettim. Sanki kendimden intikam alıyor gibiydim. Kendimi yaralamaya çalışıyordum. Kalbimin acısını artık hissetmiyordum bu yüzden kendimi fiziksel olarak yaralıyordum. Bu bana iyi geliyordu.
Dansımı bitirdim. Ter içerisinde kalmıştım. Bale ayakkabılarımı çıkartıp sert zemine oturdum ve suyumdan içmeye başladım. Telefonumun saatine baktığımda çoktan akşam olduğunu fark ettim.
Çantamı toparladım ve ışıkları kapatıp salondan çıktım. Dans salonunun arka tarafına doğru ışıkların yandığını gördüm. Çok yakından tanıdığım salon sahipleri burada olmalıydılar. Yanlarına gitmedim, onun yerine dışarı çıktım.
Dışarıda hafifçe yağmur atıştırıyor, rüzgar saçlarımın arasında dolanıyordu. Gözlerimi kapatıp toprağın kokusunu içime çektim. Başımı gökyüzüne doğru çevirdim. Yağmur damlaları yüzüme düşer düşmez aynı gözyaşı gibi yanaklarımdan süzülmüşlerdi. Bu anda olmayı seviyordum. Bana kendimi ve yalnızlığımı unutturuyordu.
Yolda şemsiye olmaksızın yavaş yavaş yürüdüm. Karanlık gökyüzüne karşılık sarı sokak lambaları yanmış, her yeri aydınlatmıştı. Kendi ruhumun içine de bir sokak lambası gerek, diye düşündüm ve buna tebessüm ettim.
Yağmur hızlandıkça insanlarda hızlandı. Benim aksime telaşla kaçışan insanlar kısa bir süre sonra sokağı boş bırakmışlardı.
Yalnız başıma karanlıkta olduğumu fark edince adımlarımı bende hızlandırdım. Karanlıktan ve yalnızlıktan korkardım. Bir an önce eve varmak için çabalıyordum.
Ben böylece yürürken siyah bir minibüs yavaş yavaş ilerliyordu. Arkama baktığımda arabayı ensemde hissettim. Karanlığında verdiği korkuyla birlikte paniğe kapıldım ve adımlarımı daha da hızlandırdım. Ben hızlandıkça araba da beni takip etmeye başladı. Ondan kurtulamayacağımı anladığımda koşmaya başladım ve bir apartmana girmeyi denedim. Şanslıydım, apartmanın kapısı açıktı. Kendimi içeri attım ve kapıyı sıkıca kapattım.
Korku nefesime saklanmıştı. Kısa ve kesik nefisler alırken uzun saçlarımdan sular damlıyordu. Merakla dışarı baktığımda minibüsün uzaklaştığını gördüm. Yumruk yaptığım ellerimi gevşeterek yavaşça dışarı çıkmak için hamle yaptım. Apartmanın kapısını açtım ve yağmurlu sokağa tedbirle adım attım. Kimse yoktu ve bu beni rahatlattı.
Evime doğru hızlıca yürümeye devam ettim. Her şey bitti sanmıştım ancak bir elin ağzımı kapatması ve benim çığlığımın içimde yankılanması aynı anda oldu.
Kim olduğunu göremedim, neden yaptığını öğrenemedim. Tüm vücudum korkudan ve panikten titrerken nefes alamadığımı hissettim. Bir mendille burnuma doğru kuvvetle bastırıyordu. Yağmurlu sokağın ortasında kimse bizi görmedi, kimse beni duymadı. Çırpındım, tekmeler savurdum, çığlık atmaya çalıştım ancak hiçbiri işe yaramadı.
Her zaman olduğu gibi yine yalnız kalmıştım.
Gözlerim yavaşça kapanırken nefesim kesiliyordu ve karanlık beni kucakladığında hissizleşmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurşun, Gölge ve Rüyalar
ActionBalerin olan Şira hayatına devam etmeye çalışmaktadır. Genç kız kendisini boşlukta hissetmektedir. Eksik, yarım kalmış gibi. Pars korkusuz bir ajandır. Hayatında birçok maceraya atılmış ancak en çok korktuğu şey silahlar değil, aşktır. Birisi kendi...