Geleceğe uçmak isteyen BİR kelebek vardı ama yükseklikten korkardı...
Lisenin son sınıfında olup da ders çalışmaya zorunda kalmaktan daha kötü tek şey iki gözüne sürdüğün eyelinerın birbirinden farklı olmasıydı herhalde. Masanın başına oturup saatlerce çalışmak üstelik manzaran çalışan insanlardan ibaretken çalışmak gerçekten gece yarısı uyanıp kusma sebebi. Ağır mide bulantısıyla gecenin bir yarısı uyandığımda ilk olarak doktora fazla soru zehirlenmesi yaşıyorum desem bana ne kadar güler acaba diye düşündüm. Yere basar basmaz ayak parmaklarım buzdan birer sarkıta döndü. Neden havanın her daim sıcak olduğu bir yerde yaşamak yerine özel konumu itibariyle dört mevsimin görüldüğü bir yerde yaşıyorduk ki? Balkanlardan gelen soğuk havayı alıp kıçınıza sokun! Yatağımın yanında duran üç panduftan ruh halime en uygununu seçip kızların odalarına doğru ilerledim. Midem hala ikinci gondol macerasından çıkmışcasına bulanıyordu. İdilin tuvaletin hemen yanında olduğu için fazla pencereli tasarlanmış devasa büyüklükteki odasına girdim. Girer girmez az önce arkasından beddua ettiğim Balkanların soğuk havası öcünü almak istercesine bedenimi resmen 2 kilometre savurdu. Birilerinin bu kıza üşenmeden kalkıp perdeyi çekmeyi ve camı kapatmayı öğretmesi gerekiyordu. Evet o nadiren hatta neredeyse hiç hasta olmuyor olabilirdi ama bu bizim de onun kadar sağlam ciğerlere ya da onunki kadar zor yıkılan bir bağışıklık sistemine sahip olduğumuz anlamına gelmez değil mi? Attığım her adımda bu zor ve asil görevi yapabiliyor olmaktan gurur duyuyordum. Kendime tutunacak bir yer bulmalı ve bu olağanüstü hortumsal rüzgara karşı koymalıydım. Saçlarım kafa derimden ayrılmak üzereydi. Aniden değişen sıcaklık ve basınç kulaklarımı sağır gözlerimi kör etmişti. Ölüyordum. Hayır ölemezdim. Bu tuvaletin hemen dibindeki tropikal ormanda ölemezdim. Ve ağır adımlarla sakin sakin gidip pencereyi kapattım. Kesinlikle ölmedim ve kesinlikle içimde en deli dolu yıllarını yaşayan bir Agatha Christie yaşatıyordum. Sokaktan uzak olduğu için fazlasıyla karanlık olan odada yatağa doğru ilerledim. Salon olarak tasarlandığını sandığım bu oda bizim eşyalarımız için fazla büyüktü. Odanın tam orta yerine yerleştirdiğimiz tek kişilik yatak küçük bir yolluk ve yatağın arkasındaki duvara yaslanmış çalışma masası ve benim içim mikro boyut denilebilecek kadar küçük giysi dolabı haricinde oda bomboştu. Tabii kapının girişinde duran çöp kovasını unutmamak gerek. İdile defalarca bu büyük odayı daha iyi bir yer haline getirebilecegimizi söylemiştim. Ama fazla şaşırtıcı bir biçimde İdil bunu zerre kadar umursamıyor uyuduğu,günün büyük bir kısmını geçirdiği bu odanın duvarlarının boyası ya da yerdeki fayansların çıplaklığı nedense onu rahatsız etmiyordu. Ama kafama koymuştum. Ortak bütçemize giren paradan biraz kırpıp az da olsa benim de gördüğüm bu odaya bir şeyler yapmalıydım. Sonuçta bozulan benim göz zevkimdi değil mi yani? Yatağı ellerimle yokladım ama ulaşabildiğim tek şey yastık oldu. Belki de mutfaktaydı ya da oturma odası denemeyecek oturma odamızda antika sayılan televizyonun başında da olabilirdi. Sonuçta İdil söz konusuysa diğer insanlar için yapabileceğimiz genellemeleri yok saymamız gerekiyordu. Geceleri uyur gündüzleri uyanırız, günde 3 öğün olmak üzere acıktığımızda yemek yeriz gibi genellemeler İdil dışındaki tüm insanlar kümesine aitti. Onun hayat felsefi daha çok ne zaman canım isterseye dayanıyordu. Uykum var ama uyumak istemiyorum. Saçlarım kirli ama yıkamak istemiyorum. Aç değilim ama yemek istiyorum. Kapıyı aralık bırakıp Eylül'ün barakayı andıran odasına girdim. En azından stil sahibiydi. Kesinlikle bana göre değildi ama kesinlikle kabul edilebilir ve saygı duyulabilirdi. Bir banyo kadar küçük odanın bir duvarını boyacıdan arta kalanları istediğimizde bize verdiği mavimsi renk ile boyamıştık. Ama duvarın eski rengi turuncu olduğundan maviden farklı bir şey olmuştu. Ne olduğunu henüz ben bile bilmiyordum. Küçük bir yatak,yatağın hemen kenarında ikili bir çekmece ve üzerinde içinde deri ve ipli olanlardan envai çeşit bileklik olan takı kutusu duruyordu. Siyah beyaz çizgili perdesi geceleri sokak lambasından gelen ışıkla birlikte odada hapishane etkisi yapardı. Odanın el izleriyle kaplanmış duvarlarına uyum sağlayan karmakarışık şekillerin çizilmiş olduğu kapının altından gece lambasından yayılan ışığı görebiliyordum. Muhtemelen Eylül şimdi en sevdiği kahverengi ayıcıklı battaniyesine sımsıkı sarılmış yatak içinde keşfettiği en sıcak noktada sabitlenmişti. Onun odasına girerken asla açık pencelerden korkmanıza gerek kalmaz; o tam bir kedidir. Sıcak neredeyse Eylül orada. Nispeten sanatsal anlayışa saygı duyduğum ve bana meyve suyu kutularını andıran minik odanın kapısını sessizce araladım. İçerisi yeterince aydınlıktı. Eylül battaniyesini bacaklarına kadar çekmiş kafasını da yatağın başlığına yaslayıp uyuyakalmıştı. İdil ise sarılacak bir yer bulduğuna şükredercesine Eylül'ün bacaklarına uzanmıştı. Gözlerini kapalıydı ama gözlüklerini gözünde unutmuştu. Telefonu da hala elindeydi. Gözlüklerini ve telefonunu alıp üstlerini örttüm. Anlaşılan bu fitne fesat ikilisi beni güzellik uykuma yatırıp yine bir Ceyhun'u anma ve Ceyhun'a bir kez daha aşık olma gecesi düzenlemişlerdi. İçten içe bu mükemmel ve sanatsal geceye dahil olmadığım için sevinmiş bile olabilirdim aslında. Kim Ceyhunlu geceleri uykuya tercih ederdi ki İdil dışında. Ceyhun sporda. Ceyhun yabancı kızlarla fotoğraf çekinmiş. Aman Allah'ım Ceyhun'un numarasını buldum... Zavallı Eylül... Muhtemelen hiç tipi olmayan bir çocuğun ne kadar yakışıklı olduğuna dair ikna edilmeye çalışılmış,havuza atlarken çekilen fotoğrafları piksel piksel olana kadar yakınlaşırılıp bacak kılları bile inceletilmişti. İdil ve onun tanrısal,ulaşılamaz Ceyhun'u eşittir Eylül ve onun hazin kaderi. Mutfağa inip kendime biraz su kaynattım. Midemdeki garip yaratık beni terk etmiş olsa gerek ki artık bulantı hissetmiyordum. Biraz bitki çayı beni kendime getirirdi. Dolapları biraz kurcaladıktan sonra ev üyeleri tarafından sevilemeyen ,arkalara itilmiş beyaz çay kutusunu bulabildim. Şimdi ikinci el dükkanından alıp ucuza kaplattığımız koyu pembe sandalyelerden birine oturup kendimi Dubai sahillerinde kokteyl yudumluyorken hayal edebilirdim. Ah bu hayal gücüm. Bazen gerçekten mıyım yoksa bir hayalden ibaret miyim gibi saçma kuşkulara bile düşebiliyordum. Neyseki aynalar var değil mi? İnsan kendini güzel hissettiğinde gerçek olduğundan emin olabiliyor sonuçta. Uzatmalı çay içip hayal kurma seansım yaklaşık bir saat sonra bittiğinde sallantılı adımlarla odama gittim ve çoktan soğumuş olan yatağıma soğuk olduğu için biraz da sevinerek girdim. Soğuktan kesinlikle hoşlanmıyordum ama sıcak hava bir yerden sonra gerçek anlamda midemi bozuyordu. Gözlerimi kapatmadan önce yastığın altına sokuşturduğum telefonumu ellerime aldım. Saat 03.28. Sabah lanet olası okula gitmek için erken kalkmam gerektiğini hesaba katarsak uyuyabileceğim sadece 3-4 saat kalmıştı. Alarmımı kontrol edip telefonu yeniden yastığın altına soktum. Çatıdan gelen kuş sesleri karşısında önce kulaklarımı sonra gözlerimi kapattım. Alarm olarak seçtiğim saçma sapan ama bana kendimi iyi hissettirdiğine inancım sonsuz olan müzik çığırmaya başladığında hemen kapatıp kafamı yastığa geri gömdüm. Sadece bir saat belki daha az uyumuştum. Evet kesinlikle daha fazla uyumuş filan olamazdım. Hangi cins bir saçmalıksa bu artık? Ayağa kalkıp hala uyanmamış olduklarından emin olduğum kızları uyandırmaya gittim. Tam da tahmin ettiğim gibi hala uyanmamışlardı. Açık gece lambası görevinin bitmiş olduğunu farkına varmışçasına küçülmüştü gözümde. İdil kafasını Eylül'ün bacaklarından ayırıp yatağın farklı bir kısmına tanımlaması oldukça zor bir şekilde koymuştu. Eylül'ün başı ise dün gece bıraktığımın aksine yastıkta mışıl mışıl uyuyordu. Kalkma vakti diye bağırdım. Ve alamadığım her tepki için bir kez daha bağırdım. Tam olarak yedinci bağırışımda kime ait olduğunu anlayamadığım bir el havaya kalktı ve ben de hemencecik odadan çıktım. Sonuçta hazırlanmam gerekiyordu ve bu hep diğer kızların buna harcadıkları vaktin neredeyse iki katını bulurdu. Bu konu üzerine uzun uzun felsefe yapmış ama mantıklı bir sonuca ulaşamamıştım. Onlarla aynı işlemleri yapıp aynı sayıda kıyafet giyiyorduk değil mi? Onlar sadece bir pantolon ve bir gömlek giyerken benim bir korse bir iç gömlek bir pantolon altı termal içlik giydiğim filan yoktu. En sonunda felsefede önemli olanın sonuç değil yol olduğuna karar verip düşünmekten tamamen vazgeçtim. Bu bana göre kesinlikle kaderdi yani birimizin kaderinde yavaş hazırlanmak yazıyorsa bunun için onu suçlayabilir miydik? Tabii ki hayır. Dizlerimin üzerinde eskitmeleri olan ispanyol paça siyah pantalonumu giydim ve sadece beyaz gömlek giymek fikri benim için fazlasıyla iş kadınıvari olduğundan gömleğin içine siyah kadife işlemeleri olan bir askılı giyip gömleğin kollarını katladım. Siyah kadife kordonlu saatimi geçen seneki doğum günü hediyemi de koluma taktığımda kendimi kendim gibi hissedebilmiştim. Dış kapıyı vardığımda Eylül ve İdil beni beklerken geçirdikleri zamanı mutfakta kahvaltı yaparak değerlendirmekteydiler. Onlara özeniyordum doğrusu. Kahvaltı hep itinayla yapmak istediğim ama bir türlü zaman bulamadığım bir öğün olmuştu hep.
![](https://img.wattpad.com/cover/33670409-288-k869795.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç...
Teen FictionUzakdoğuda bir inanış vardır. Bir kelebek doğar. Kanatları parlak, gören her gözü büyüleyen. Bir kelebek. Tüm ömrü tek bir günden ibaret olan bir kelebek. Ve uçmaya başlar. Büyülü kanatları parıltılar saçarak gökyüzüne yükselir. Uçar uçar ve bir kel...