[22] i'm not good boy

1.1K 106 9
                                    

"Nereden bileyim ben yosun çorbası yapmayı?"

Sooyoung, oldukça bıkkın bir ses tonuyla telefonun öbür ucundan bana güzel bir küfür yolladığında görmeyeceğini bilsem de gözlerimi devirdim ve biraz gaza yüklenip boş yolda hızlandım.

Salağın biri, gece gece kalbime indirip ödümü kopardığı için bu saatte dışarıya çıkmış, onun evine doğru sürerken en azından sağlıklı bir şeyler pişirme uğruna eski arkadaşım Sooyoung'u aramıştım. Hoş, sabahtan beri bana verdiği tariflerden bir bok anlamadığım için onu da delirtmiş, zincirleme bir sinir krizi başlatmıştım.

Bir kere, ben evde mutfağa bile girmezdim. Ancak sıcak su kaynatmayı biliyordum çünkü işimin düştüğü tek şey buydu.

Ama Sooyoung bana yosun çorbası tarifi veriyordu. Bu, bir ilk okul çocuğuna integral anlatmak gibi bir şeydi bu yüzden mal gibi kalmıştım.

"Ya, gerizekalı, yosun da mı doğrayamıyorsun!"

Sooyoung telefonun öteki tarafından yüksek notaya çıkar gibi cırladığında derin bir nefes verdim dudaklarımın arasından. Adamın biri yüzünden neler çekiyordum...

"Bağırmasana be. Beceriksizim ben, doğrayamıyorum."

Sooyoung, uzunca bir küfür sıraladı. Bu sırada onu umursamayıp elimin altındaki direksiyonu çevirirken bir yandan da pes ediyordum, benim elimden çıkan çorbayı yerse beyaz ışığı görürdü.

"Sooyoung, kulağımı siktin, lütfen telefonu kapat çünkü ben araba kullanıyorum."

Sooyoung'un bıkkın sesi bana güzel bir küfür daha mırıldandığında sırıtarak telefonu yüzüne kapattım. Tanrım, benim gibi yemekten bir bok anlamayan biri, bir hastaya ancak hazır çorba götürürdü. Belki azıcık zahmet edersem yapmayı öğrenebilirdim ama o zaman bu zaman değildi.

Biraz nefes almak adına penceremi indirirken birkaç yere uğrayıp ilaç ve sıcak çorba aldım. Muhtemelen hafif bir gripti ve ne kadar çabuk geçerse o kadar iyiydi.

Gaza biraz daha yüklenerek hızlanırken keskin bir viraj alıp sessiz sokağa girdim. Biraz ilerledikten sonra Jungkook'un evini görebiliyordum ve bu tuhaf bir şekilde karnımda bir kasılmaya sebep olmuştu.

"Aptal herif," diye homurdandım kendi kendime. Nasıl her koşulda hoşuma gitmeyi başarıyordu bilmiyordum ama bundan kesinlikle nefret ediyordum.

Dudaklarımdan derin bir nefes verirken arabayı evin önüne park ederek poşetlerimi aldım ve indim. Şortlu pembe pijamalarım ve ev terliklerimle kesinlikle mükemmel görünüyordum, bunun için Jungkook'u başka bir zaman haşlayacaktım.

Bahçe kapısını geçip kapıyı çaldım. Yalnızca birkaç saniye sonra kapı sertçe açıldığında gri eşofmanı ve siyah tişörtüyle karşımda dikilen Jungkook, göz göze geldiğimiz anda öksürmüş, geri çekilip bana yol verirken mükemmel bir oyunculukla hasta görünmeyi başarmıştı.

Her ne kadar rol yaptığını bilsem de ona ayak uydurdum ve çattığım kaşlarımla içeriye girmeden elimin tersini alnına yasladım. Beklemediğim bir şekilde sıcak olan alnı kaşlarımı daha da çatmama sebep olduğunda Jungkook küçük bir çocuk gibi burnunu çekti.

"Jungkook," diye mırıldandım içeriye girip kapıyı kapatırken. "Senin ateşin var."

Jungkook başını sallarken hafifçe dudaklarını büzdü. Kızarmış burnu ve yanakları içimde bir ağlama isteği uyandırırken hızlıca dudaklarımı ıslatarak onu bileğinden tuttuğum gibi salona götürdüm.

"Niye burnum akıyor diyorsun? Ateşin var, gelmesem salak gibi burada oturacak mısın?"

Jungkook hiçbir şey demeden onu yönlendirmeme izin veriyordu. Uslu bir çocuk gibi kanepeye oturduğunda dudaklarımı birbirine bastırarak elimdeki poşetleri orta sehpaya bıraktım ve içinden hazır aldığım yosun çorbasını bulup ona döndüm.

"Önce yemek yiyeceksin, sonra da ilaç içip uyuyacaksın, anlaştık mı?" Gözlerine baktım. "Fırsatçılık yapmaya çalışma."

Jungkook, sanki bu ona acı veriyormuş gibi yüzünü buruşturarak ofladı. Şişirdiği yanaklarıyla olmaması gereken kadar tatlı görünürken yüzündeki mızıkçı ifadeyi bir türlü silmiyordu.

"Acıma karışma, Roséanne," diye homurdandı, ben çorbanın paketinin kapağını açarken. "Zaten yeterince yaralıyım."

Tanrım, bu adam resmen bir drama kralıydı. Hayatımda böyle bir şey görmemiştim cidden.

"Sus da ağzını aç," dedim onu susturarak. Jungkook, o kocaman kahvelerini gözlerime dikerek ağzını açtığında çorbadan bir kaşık alıp ağzına vermiştim.

Bu herif şu an kesinlikle bana oynuyordu.

"Bakma öyle," dedim ve ben de gözlerimi ona diktim. Bu konuda savaşmamız gerektiğini düşünmüyordum.

"Ama," diye mırıldandı Jungkook ama ben ona fırsat vermeden hızlıca dudaklarına bir öpücük bıraktım ve hemen ardından kaşığı ağzına soktum.

Jungkook, kaldırdığı kaşları ve kocaman açılmış gözleriyle bana bakarken bir nevi şoka girmiş gibiydi. Koordine bir şekilde ona uzattığım çorbayı içerken hâlâ sabit bir şekilde bana bakıyordu ve lanet olsun ki çok tatlıydı.

Gülümsememek için kendimi sıkarken çorbayı bitirene kadar konuşmasına izin vermedim. Ardından ilaçlarını içirdim ve onu yatağa gitmesi için kaldırma girişiminde bulundum ama nihayet şoktan çıkarak bunu reddetti.

"Sen," dedi bileklerimi kavrayarak. Kaşlarını çatmıştı. "Benim duygularımı asla önemsemiyorsun. Bir kere öyle şeyler yapmadan önce sezdirmen gerek!"

Dayanamadım, dudaklarım iki yana kıvrılırken söylenen Jungkook'a doğru eğildim ve burnumu burnuna sürttüm. Kendime inanamadığım şeyler yapıyordum şu an.

"Daha sonra söylenirsin. Şimdi yat ve uyu."

Jungkook, dudaklarından derin bir nefes verirken bileklerimdeki ellerini çekti ve onları belime yerleştirirken beni de kendisiyle birlikte kanepeye yatırdı. Kafasını göğsüme koyup bana sarıldığında içeride çırpınmaya başlayan kalbime karşılık sertçe alt dudağımı ısırmıştım.

"Böyle uyuyacağım," diye mırıldandı küçük bir çocuk gibi. Bir eliyle kenarda duran elimi alıp kendi saçlarına daldırdığında hafifçe yutkundum ve yavaşça dağınık tutamlarını okşamaya başladım.

Hipnoz olmuş gibiydim. Hayatımda daha önce kimseye böyle muamele etmemiştim ve daha birkaç ay önce kanlı bıçaklı olduğum adamı göğsümde uyutuyordum. Cidden, hiçbir şey planladığımız gibi gitmiyordu.

Jungkook'u saçlarını okşayarak uyuttuğum birkaç dakikanın sonunda nefesleri düzene girdiğinde derin bir nefes aldım ve içimde uyanan dürtüyle uzanıp dudaklarımı yumuşak saçlarına bastırdım. Güzel şampuan kokusu yüzümde bir tebessüm yayılmasına sebep olurken yavaşça yutkunmuş ve gözlerimi kapatmıştım.

Pekâlâ, sanırım o kadar da duygusuz değildim.

venom of the snaké • rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin