[26]: the love; a poison for minds but always a antidote for hearts - the end

1.3K 72 19
                                    

Henüz lisenin birinci yılıydı. Sevmekten ve itaat etmekten tamamen uzak olan yapım sebebiyle yılın başından beri ne yakın olduğum biri, ne de yanaşmaya olan isteğim vardı. Tamamen yalnız geçen günlerim muazzam bir düzenle ilerliyor, edindiğim düşmanlar bana zevk veriyordu.

Tabiri caizse, antisosyal bir sürtüğün tekiydim. Etrafımda birilerinin olmasının aksine yalnız olup kafama göre hareket etmekten fazla hoşnut oluyordum. Sessizce, göze batmadan ortalığı karıştırıyor, karakterimi belirtmeden geri durmayarak benliğimi eğlendiriyordum.

Güzeldim, hem de fazlasıyla. Tanrıça gibi bir yüze ve fiziğe sahiptim. Karşıma kim çıkarsa çıksın, güzelliğimle yenemeyeceğim kimseyi tanımazdım ve bunun pekala farkındaydım.

Bok gibi bir kişiliğe sahiptim ve bunu kısa süre içinde belli etmeyi başararak tüm okulu karşıma aldım. Şayet ayağıma dolanma cüretinde bulunan biri olursa ona hayatı zindan etme potansiyeline sahip, hiç de örnek olmayan zorbanın tekiydim. Durumun kabul edilecek tek bir yanı olmamasına rağmen kendimi durdurmazdım ve bunu yapacak kimseyi de tanımazdım.

Ta ki o gelene kadar.

Okulun konferans salonunda sevgili öğrenciler etkinlik yaparken, bilgisayar odasına sızmış ve beni dersten geçirmeyen fizik öğretmenimin porno videosunu koca ekrana yansıtmaya çalışıyordum. Odaya girerken kimsenin beni görmediğine ve bu konuda kimsenin bir şey öğrenmeyeceğine emindim.

Derken, o zamanlar yürek yediğini düşündüğüm, güzel gözlü ve zincir küpeli bir oğlan, elleri cebinde içeriye girip yanıma oturdu. Hoş ve yumuşak saçlara sahip, benim aseksüel kişiliğimi bir hayli bozguna uğratan, kusursuz yakışıklı biriydi. Tek bir kusuru olmayan güzel bir tene, küçük ve kırmızı dudaklara ve kocaman, koyu kahve gözlere sahipti. Kuşkusuz yönelimi ona olan her kadını baştan çıkarmayı başarırdı ve muhtemelen de başarmıştı.

Ben videoyu yayımlayana kadar hiçbir şey yapmadı. Daha sonra benimkiyle yarışan bir ukalalıkla, yaptığım her şeyden haberi olduğunu belirtip alttan alta beni tehdit etmiş ve çıkıp gitmişti. İlk o zaman, belki dış görünüşünden belki de bana karşı olan cesaretinden dolayı, ondan etkilenmiştim. Gün geçtikçe aramızda büyüyen soğuk savaşla benim ilgim de büyümüş, onu bir kızla gördüğüm her gün içten içe kafayı yemiştim.

Sonra onun kızlarını tek tek almaya başladım. Hepsinin açıklarını döküp onu kendime sakladım. Eğer klasik Shakspare yanılmıyorsa, ona baya aşık olmuştum ve bu aşkı, ona dokunduğum her an itiraf ettim.

Sevmeyi pek bilmem, sevilmeyi de. Ya da sevgiyle yapılan sekslerin nasıl hissettirdiğini. Ama şimdi, artık her şeyi kendime itiraf etmişken ondan kaybedeceğim tek bir saniyem bile yok.

"Niye geç kalıyorsun?"

Büyük bir huysuzlukla homurdanarak kıstığım gözlerimi ona çevirdim. Gelmesini söyleyeli yarım saat geçmişken neden daha yeni burada olduğunu bilmiyordum. Belki de bir dahakine ben ona gitmeliydim, eminim daha çabuk kavuşabilirdim.

"Trafik vardı," diye mırıldandı, biraz suçlu bir sesle. Lanet olsun ki bana kızma fırsatı vermiyordu. "Önemli bir şey mi oldu?"

Başımı salladım. Jungkook, açtığım kapıdan içeriye girip kapatmamı beklerken kafası karışmış bir ifadeyle beni izliyordu.

"Roséanne?"

Jungkook, biraz kuşkulu bir ifadeyle ismimi söylediğinde daha fazla dayanamayarak ona döndüm ve birkaç adımda dibine girdikten sonra kollarımı boynuna dolayıp onu kendime çektim. Vücudumda olan tüm bu kıpırdanmaya dayanmak bir yana dursun, buna çalışamıyordum bile.

venom of the snaké • rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin