Devlet hatun tüm bu olanları öğrenmiş üzgün bir halde odasında Oliveranın gelişini bekliyordu. Merak ve korku içerisindeydi.
–Fidan hatun!
+ Buyrun sultanım.
– Geldimi o hatun adı neydi...
+ Olivera imiş sultanın. Şey daha hareme gelmeden güzelliği konuşuluyor haremde.
– Tamam! Yeter! Mehmedim nerede?
+ Hünkarımız çağırmışlar sultanım.
– Tamam. Çekilebilirsin.
Devlet hatunun tek dayanağı hünkarına duyduğu aşk ve oğlu Çelebi Mehmetti.
Edirneye gelmişlerdi. Ahalinim baharın gelişini kutlayan halkını görünce gelin alayı, gülüp eğlenmemek için kendilerini zor tutuyordu. Öyle görkemliydi ki. Ama Olivera kafasını çevirip bakmamıştı. Aklında sadece intikam vardı. Gelin olarak getirildiği bu sarayda köle olduğunun farkındaydı. Tüm seslere kapalıydı kulakları.
Araba durmuştu. Olivera bu duruşun hiddetiyle kendine gelmişti.
– Geldik mi osmanlı cehennemine!
Sarayın o büyük kapıları ardına kadar açılmıştı. Kara ağalar bekliyordu kapıda. Olivera'nın arabadan inişi ile tüm gözler ona doğruldu. Sarayın en kudretli harem ağası Cafer ağa idi. O dahi bu güzelliğe baka kalmıştı.
+ Buyur hatun. Geç şöyle.
Olivera bu dili çok az biliyordu.
– Marina, ne diyor bu barbar!
+ Geçsene be hatun seni mi bekleyeceğiz burada...
Olivera o iri, hiddetli gözleriyle ağaya bakarak, ayaklarını yere vura vura yürümeye başladı.
Hareme girdiği anda başlar hemen ona döndü. Olivera başı dik bir şekilde tüm zerafetiyle haremin içinde süzüldü. Haset ve hayranlıkla tüm gözler onu izliyordu. Tabii Devlet hatun da.
Kalfalardan biri yanına geldi.
+ Hadi doğru hamama. Bir güzel temizlen. Sana yeni temiz esvaplar giydirsinler.
– Dokunma bana bırak kolumu! Ben sırp prensesi Olivera Despina'yım ! Bana bu kölelere verdiğin gibi emir veremezsin!
+ Uzatmada geç şöyle hatun. Burası Osmanlı sarayı. Bu cariyeler neyse, sende osun! Götürün şunu hamama.
Olivera çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Çünkü acizliğini asla belli atmeyecekti. Hep güçlü duracaktı. O, Olivera Despinaydı...