4. BÖLÜM

291 30 6
                                    

Rüzgârla savrulan karlar gökyüzünden özgürce yere düşüyorlardı. Alabildiğine özgür, alabildiğine kimseye hesap vermeden. Soğuk olduğu kadar sıcak, dağınık olduğu kadar düzenli, içinde barındırdığı her şeye rağmen beyaz... Bense, umarsızca onları seyrediyordum. Kulaklarım uğulduyordu. Belki attığı tokat yüzünden, belki de duymak istemediğimden. Babamın karşısında gözlerim pencerede söylediklerini bir uğultu olarak dinleyerek duruyordum.

Sanırım vermem gereken hesap içindi bunlar. Hiçbir şey sormadan, kendi kızı bile olmayan birine nasıl böyle davranabilirdi? Nasıl hesap beklerdi?

Birden deli cesareti beynime hapsolurken ben konuşan, daha doğrusu tartışan ailemin laflarını ağızlarına tıkar gibi hızla oradan uzaklaştım. Koşarak odama girdim ve kapıyı üzerime kilitedim. Birkaç saniye içinde abim geldi ve kapıya vurmaya başladı.

"Defne, aç şu kapıyı. Hadi bitanem, aç hadi."

Abim olmasa da böyle konuşması, zaten gözlerimden firar eden göz yaşlarımın daha da çoğalmasına sebep oldu.

Ona asla kızgın değildim. Olmayacaktım. Nasıl olabilirim ki? Onun bile haberi yokmuş. Odada ayağa kalkıp gezinirken göz yaşlarıma eşlik eden hıçkırıklar, boğazımdaki yumruyla beraber güçlendi. Odamdaki duvarda asılı olan mantar tabloda bir fotoğraf, gözlerimin ağına takıldı. Ben ve ailemin fotoğrafı. Mutlu aile tablosu(!). Ne kadar da mutlu görünüyorduk. Fotoğrafı, Galata Kulesinin önünde bir adama çektirmiştik.

İnsanın on sekiz yıl ailesi bildiği kişilerin aslında hiç tanımadığı, tanıdığını sandığı kişiler olması ne acı... Ahşap zeminde tok sesler bırakarak masama ilerledim. Bir kere bile kapağı açılmamış ders kitaplarım, isyan edercesine yüzüme bakıyorlardı âdeta. Yüzümü büzüştürerek okulu düşündüm. Bugün cumartesiydi. Pazartesi okula gitmezdim büyük ihtimal. Hatta mümkünse okulu dondurmak fikri bile aklımdan geçiyordu. Abimin kapıdan uzaklaştığını fark ettiğimde aklıma müthiş bir fikir geldi. Evden kaçacaktım! Çoktan aklıma koymuştum bile. Artık avatarın dedesi gelse, bu fikri aklımdan çıkaramazdı. İyi de nereye gidecektim? Yasemin'lere gidemezdim. Her şeyi anlattırmaya çalışırdı.

Aklıma Rüzgar'dan başka gidecek kimsem olmadığı düşüncesi takıldı. Elif teyze ne derdi? Sorunlara bir voleybol topu gibi manşet atarken, siyah sırt çantamı aldım. İçindeki kitapları ses çıkarmamaya özen göstererek çıkarıp masaya koydum. Ardından dolabımdan üç beş kazak ve pantolon aldım. Diğer gerekli şeyleri de tıkıştırdıktan sonra yatağımın içine yastık koyma fikri geldi aklıma. Evet, çok klişeydi fakat işe yarayabilirdi. Umarım bunu yaptıktan sonra gelip de bana bakmaya çalışmazlar ve kapıdan baktıkları gibi geri giderlerdi. Neredeyse öğlen olmuştu. Tam çantamı sırtlanıyordum ki, biri odamın kapısına anahtar sokmaya çalışıyordu.

Çantamı tuttuğum gibi yatağın altına fırlattım. Telaştan yüzüme düşen saçlarımı hızla geri iteledim. Ve kapı açıldı. Gelen annemdi. Şaşkın gözlerle anneme bakakaldım.

"Anne?" Tek kaşını kaldırarak, ufak bir sırıtışla elindeki anahtarı gösterdi. Odamın yedek anahtarı olmalıydı.

"Ne sandın anneni?" derken kapıyı kapattı.

Yatağıma oturdu ve omuzlarına düşen kahverengi saçlarını geriye attı. Ardından ben de yanına oturdum. Henüz ona gerçekleri bildiğimi veya Ali abimin bana anlattığını söylemeyecektim. Şefkatli elleriyle saçlarımı okşarken, yüzünde üzgün bir ifade vardı.

"Anlat bana kızım."

"Neyi anlatayım anne?" Hangi birini anlatayım? Evlatlık olduğumu mu? Yoksa bazı gerçekleri benden gizlediğinizi mi?

MART YALNIZI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin