6. BÖLÜM

320 26 5
                                    

1K olmuşuz. Hepinize teşekkür ederim. Fakat bu sayının içinden kaçı gerçekten okuyor, bilmiyorum. Lütfen kendinizi belli edin. İsterseniz oy verin, isterseniz yorum yapın. Varlığınıza ihtiyacım var. Teşekkürler :)
Multimedyadaki şarkıyla beraber okuyabilirsiniz.
(Evanescence-my immortal)

Umut... Şimdi, bir çocuğun ağaca takılan uçurtmasında gizli. O kadar uzak, bu kadar yakın. Elimi uzatsam ulaşacağım belki de, kim bilir? Fakat ben, başkasının elini bekliyordum. Bana uzanacak bir el. Ağacın dallarına takılan düşlerime, umuduma uzanacak bir el... Bekliyordum. Çaresizce, umutsuzca, korkusuzca... Korkusuzca, evet. Korkak bir korkusuzdum ben. Her şeyden korkup, bir o kadar üzerine gidiyordum.

Sonunda biri bana elini uzatmışı. Uçurtmamda barındırdığım umuda uzatmıştı. Fakat o el, uçurtmamı dallardan kurtarıp bana değil, gökyüzüne bırakmıştı...

İçimdeki son ümidin de kırıntıları süpürülmüştü. Artık biçareydim. Bana uzanacak bir el kalmamıştı. O eller üzgünlüğümün, kırgınlığımın, düşlerimin ve yalnızlığımın inatçı elleriyle, geri tepilmişti. İstemeden.

Ben, bana uzanacak bir parmağa bile muhtaçken; içimdeki ben, o parmağı kırıyordu. Bunu engelleyemiyordum.

En az benim kadar soğuk olan arabanın arka koltuğunda, ellerim ve ayaklarım bağlı bir şekilde uzanıyordum. Neler olduğunu anlamak için, gözlerimle etrafı süzdüm. Görebildiğim tek şey, önümdeki vites topuzunda duran eldi. Ayaklarımı güçlükle indirip, oturur pozisyona geçtiğimde, bana ölümcül bir bakış attı. Ölümün tadını, garip bir biçimde, gözlerime işlenmiş hissediyordum. Yola bakıp sonunu göremediğim gibi, kendi sonumu da göremiyordum. Bir bilinmezliğe sürükleniyordum. İçinde olduğum araba, benimle beraber benliğimi de götürüyordu.

Uçurtmam, gökyüzünde kayboluyordu.

Kafamı sağa sola sallayıp çırpınmaya başladığımda, kırklı yaşlarındaki bu adam, görünüşünün aksine dinç görünen siyah gözleri ile sinirli görünüyordu.

"Dur yerinde!"

Neden yaptığımı bilemeyerek isteğine uymuştum. Kendimi yadırgadığımda, tekrar çırpınmaya başladım. Etrafımda garip ağaçlar ve karanlığa teslim olmuş, ağır kasvetli bir hava vardı. Havanın boğucu derecedeki kasveti, gözlerimi aşağı çekiyordu. Fakat şu an uyuyamazdım. Bu saçmalık olurdu. İşe yaramayacagını bildiğim hâlde, bağlı olan ellerimle, arabanın camlarına vurmaya başladım. Dışarısı çok ıssızdı. Adamın, hareketlerime canı sıkılmış olacak ki, silahını göstermesi durmama yetmişti.

"Duracak mısın? Durdurayım mı?"

İçinde bulunduğum durum kadar canımı acıtıyordu sözleri. Ah, Rüzgar yanımda olsaydı. Güven veren sıcaklığı ve kokusuyla ona sarılsaydım. Babam... Bu esnada işe yaşasaydı en azından. Beni kurtarsaydı, düşlerimin sürüklendiği bu yoldan. Kahramanım olsaydı. Annem... Bana sevgisini ve güvenini verseydi. "Geçti kızım," deyip, saçlarımı öpseydi.

Ama yanımda, lanet olası bu adamdan başka kimse yoktu. Bu adam, bana yalnızlığımı tattırıyordu. Belki de gerçekliği. Bana, tek olduğumu; yanımda sadece acılarımı götürdüğümü ve benim için kuşkulanan kimsenin olmadığını kanıtlayacaktı. Benim açımdan. Bu adamın tek derdi, katili olduğu kişiden ziyade gözlerin, onu görmesi ve o gözleri ebediyete kapatmasıydı. Bir şeyler mırıldanmaya çalıştım ve adamın dikkatini çektim. Arabayı sola doğru yaklaştırıp durdu. Ellerini direksiyondan çekip, arkasına döndü. Gözleri, bana âdeta tehditler savuruyordu. Tekrar bir şeyler söylemeye çalıştığımda, elini uzatıp, ağzımdaki bantı sıyırdı. Bağlı olan ellerimle, dudaklarımın kenarlarını sildim. Ardından, onun kadar olmasa da, sinirli bir bakış gönderdim. Başarısızlığımı, önüne dönüp gülmesinden anladım.

MART YALNIZI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin