''Sana yalvarıyorum... Lütfen, yarın sabah beni bugün olduğu gibi bayat bir kahveyle uyandırma.''
Caleb ile ''İblis Yuvası'' olarak tabir ettiğimiz cehennemin ininden, yanı Lisemizden çıkarken, geçen saatlerin yorgunluğu ve stresi saç diplerimde keskin bir ağrı olarak toplanmıştı. Caleb, sabah alelacele hazırlayabildiğim lezzetli kahveme iğneleyici laflar sokuşturup dururken bu durum, saç diplerimdeki ağrının daha da artmasına, kafamı kesip koparmayı istememe sebep oluyordu.
''Bayat değil Caleb, çiğ. Kahveme çiğ diyeceksin çünkü sabah hazırladığım kahveyi dün akşam Suzie'nin Yeri'nden almıştım.'' Saç diplerimden beni vuran ağrı, şakaklarıma yuvarlandı. Saçlarımı yolmak ve çığlık atmak istedim.
''Suzie'nin bayat kahve kullanmadığını mı söylemek istiyorsun yani El?''
''Daha dün sabah kahve için teslimat gerçekleştirildiğini söylemek istiyorum Cal.'' Şakaklarımı zonklatan ağrı göz yuvarlarıma sıçradı. Avuç içlerimle önce gözlerimi kapatıp bastırdım, sonra ellerime dairesel hareketler çizerek şakaklarıma ilerlemeye başladım. Karanlıkta kalan gözlerimin arkasında renkli kıvılcımlar çatıyordu.
''Belki alışveriş yaptığınız firmanın kahveleri bayattır? Suzie'ye güvenmiyorum. Nerede ucuz, bayat, tarihi geçmiş ve kötü yiyecekler varsa Suzie, müşterilerinin zehirlenebileceğini umursamaz ve onları satın alır.''
Caleb haklıydı. Hem de son derece haklıydı. Yaklaşık altı aydır Suzie'nin Yeri'nde garsonluk yapıyordum ve müşterilerden gelen bu tarz şikayetlerle henüz daha hiç karşılaşmasam da Caleb ve ben böyle bir sorunla ilk elden karşı karşıya kalmıştık. Acı verici tecrübemizin sonu, klozetin içine doğru uzanan iki kafa ve acımızdan ölsek dahi bir daha Suzie'nin Yeri'nde hiçbir şey yememeye dair ettiğimiz yeminle son bulmuştu. Caleb daha sonraları ısrarla şikâyette bulunmayı istese de buna karşı çıkmış, cebime attığım üç beş kuruşu da kaybetmeye hiç niyetimin olmadığını dile getirmiştim. Çünkü biliyordum ki, Caleb'ın yıllarca tanıdığım o tatlı, sevimli ve eğlenceli kişiliğinin altında tüm haksızlıklara kafa tutabilecek inatçı ve güçlü bir yönü daha vardı ve bu yönü, Suzie'nin bizi zehirlemenin eşiğine getiren özel soslu hamburgerleri yüzünden ortaya çıktığında bunun hiç güzel sonuçları olmazdı. Caleb, inatçı burnunu havaya diker, dişlerini Suzie'ye gösterdikten sonra restoranı kapattırır ve bu da benim aylarca işsiz kalmama sebep olurdu. California büyük bir eyaletti fakat bizim yaşadığımız yer kıt imkanlara sahip küçük bir şehirdi.
''Üzgünüm Cal, haklısın.'' Şakaklarımı ovduğumu iki elimi başımdan çekerek Caleb'a baktım. Caleb, sırtına astığı çantayı düzeltip, bana yandan bir bakış attı. Gözlerini güneş ışığına karşı kısmıştı.
''Sözün olsun.''
''Tam olarak ne sözüm olacakmış bakalım?''
Yandan attığı bakışlarından, kısık gözlerinin ardından, yeşil irislerinin muziplikle parladığına yemin edebilirdim. Dudakları alayla yukarı kıvrıldı.
''İlki-'' Tanrım...
''Bir dakika,'' Durdum ve Caleb'ta benimle birlikte aynı anda durdu. ''Kaç tane sözüm olacak Cal?''
Caleb ellerine cebine sokup, bakışlarını suç işlemiş küçük bir çocuk gibi havaya dikti. Dudaklarını kemirirken bunun sonunun güzel bitmeyeceğini anlamıştım.
Gözlerini yüzüme indirmeden devam etti. ''Aslında sözlerinden biri, gerçekten bir söz bile değil, her zaman yaptığımız bir şey.''
''Neymiş?'' diye yapıştırdım hemen. Caleb ile her zaman, her şeyi birlikte yapardık. Dışardan bizi gözlemleyen herhangi biri, göbek bağımızın bir kesildiğini düşünebilirdi. Yapışık ikizler gibi tüm gün birlikteydik ve bundan hiçbir şikâyetimiz yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LUCIS
FantasyTitreyen parmaklarımla, küçük hançeriminim oymalı gümüş kabzasını kavradım. Ilık kan parmak uçlarımı ısırıyordu, koyu kırmızı lekeler avuçlarımdan bileklerime doğru tırmanmaktaydı. Güçsüz bacaklarım üzerinde doğruldum ve adrenalin damarlarımı sızlat...