Anne demiştim ona. Anne. O benim annemdi. Bunu biliyorum. O benim annemdi...
"Jol?" sesini duymayalı çok olmuştu. Onun sesini duymak... Ne biliyim. Çok huzurlu gelmişti.
"Anne" hüzünlü ve biraz da korkak bir sesle söylemiştim.
"Hayatım..."
"Anne sen yaşıyorsun..."
"Evet, evet."
"Ama sen... Bana öldün dediler. Neden?" ağlamak istiyordum. Herkes bana annem öldü demişti.
"Sonra anlatırım. Şimdi buraya gelmelisin."
Dediğinde telepati seansından çıktım. Ve Seymour a dönüp "Kansas City de 3 nolu bir kasaba. Yerini biliyorumusun?"
"Evet hemen götürebilirim."
"Matt, sen de gel."
"Tamam." diyip ikimiz de havuzdan çıktık. Sanırım Matt üstünü değiştirecekti çünkü tişörtünü çıkarıyordu. Sey ona bakarak yüzünde bir nur patlaması yaşadı. Sonra beni sıkıca öptü. Bu öpüş kıskandığı içindi. Bunu adım gibi biliyordum.
"Kıskanıyorsun." dedim fısıldıyarak.
"Hayır..." dedi. Konuşmayı devam ettirmedim çünkü diretecekti.
Otel odasına çıktığımda Sey arkamdan bişey fısıldadı ama ne olduğunu tam olarak duyamadım. Kapıdan içeri giriceğimde kolumdan tuttu ve "Şimdi girmesen." diye söylendi.
"Eşyaları toplayacağım Sey."
"Ben toplarım."
"Hayır bırak beni Sey ciddiyim." dedim sinirlenerek.
"Jol..."
"BIRAKKK!!" diye bağırdım. Dönüşüp kapıyı kırdım ve neden beni girdirmek istemediğini anladım.
"Seymour..." karşımdaki manzara karşısında şok olmuştum. Biri benim için ilk defa böyle bir şey yapıyordu.
Ah, doğru ya. Size ne olduğunu söylemedim. Karşımda güllerle süslenmiş bir oda ve masada da şarap vardı.
"Jol... Sürpriz olacaktı. Ama hemen gitme kararı aldığın için göstermek..." cümlesini tamamlamadan dudağını öpmeye başladım. "Sen harikasın..." diye fısıldadım kulağına.
Arkamızdan bir ses "Hey! Yola mı çıkıcaz yoksa sizin sevişmenizi mi bekliyim?" dedi. Gelen Matt di. Üstünde siyah beyaz New York City yazan bir tişört ve altında da bermuda şortu vardı. Ayakkabı olarak da siyah beyaz bir spor ayakkabı seçmişti. Açıkçası, Matt benden daha iyi giyiniyordu.
"Of, tamam... Patlama." diyip yüzüme hain bir sırıtış yapıştırdım. Seymour'u bir kez daha öpüp yine sırıttım. Kıskandırmak için yapmıştım bunu. O da hemen anladı ve gözlerini devirdi. Sonra "Neyse... Siz devam edin ben tüyeyim." dedi ve arkasını dönüp merdivenlerden hemen indi. Ben de odaya geçip eşyaları hızla topladım. Seymour tam giricekken eline çantayı sıkıştırmıştım bile. Onu bir kez daha öptüm ve elinden tutup aşağı sürükledim.
Matt arabayı çalıştırmış müzik dinleyerek bizi bekliyordu. Bizi görünce camı açtı ve "Vay, çabuk indiniz." dedi ve ardından sırıttı. Aldırmıyormuş gibi davranıp arabaya bindim.
"Araba senin mi?" diye sordu Seymour.
"Hayır." dedi Matt.
"O zaman kimin?" diye araya girdim. Kafam karışmıştı.
"Bilmek istemezsin." dedi Matt ve söyler söylemez başını sallayıp gülmeye başladı. Bu çocuğu bazen anlamıyordum. O kadar anlamsız konuşuyordu ki siz bile zor anlardınız.
İçimden hep düşünüyorum. Annem ve babam bu zamana kadar neredeydi? Beni neden bıraktılar? Neden? Ben onları o kadar seviyorken... Şimdiye kadar neredeydiler? İçimden bağırmak geliyordu. Ama şimdi bunları düşünmeye vaktim yoktu. Annemi bulmam lazımdı. Onu o kadar çok özledim ki...
"Ee... Ne kadar kaldı?" dedim. Matt aynadan bana baktı ve sırıtarak "Daha bir gün var bebeğim." dedi. Şu huyundan nefret ediyorum. Ayrıca ne?
Seymour Matt'e onu öldürücekmiş gibi baktı. Matt bunu fark etti ve "Tamam sakin ol dostum." dedi.
"Bir dakika. Bir gün mü dedin?" dedim şaşkınlıkla. Bana yine aynadan bakarak "Jolie bazen sağır oldun sanıyorum." dedi sırıtarak.
"Of sen yoluna baksana. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyuncağım
VampireHayatına bir vampirin girmesiyle bütün hayatı değişecek ve kötüleşecek olan Jolie, Melinda teyzesiyle yeni bir eve taşınır. Ormanda yürürken bir adam üstüne atlar. İşte o gün bütün hayatı değişmiştir.