...
Yemekleri masaya yerleştirirken bir yandan da Alparslan'ı bekliyordum. Ekmek almaya gitmişti, ve hâlâ gelmemişti. Çatalları masaya koyduğumda çalan zil ile koşar adımlar ile kapıyı açtım.
"Nerede kaldın?"
"Telefonla konuşuyordum."
Geçiştirip cevap vermesi beni tatmin etmemişti.
"Yemek hazır mı?"
"Evet, ellerini yıka da gel. Sofra hazır."
Kolları arasından çıkarttığı siyah montunu elime aldım ve askıya astım. Elimdeki ekmek poşetiyle birlikte mutfaktaki masaya ilerledim.
Sandalyeyi çekip oturdum ve Alparslan'ı bekledim. Kısa süre içinde gelen Alparslan ile sofradaki kaseleri elime aldım ve ocakta ki altını yeni kapattığım çorbayı kaselere doldurdum. Dumanı üstünde tüten çorbaları sofraya koydum. Arkamda duran fırını tekrar çalıştırdım ve yerime oturdum, ilk kaşığı alan Alparslan'ın suratını incelemeye koyuldum.
Yüzü ifadesiz bir şekilde çorbasını içiyordu.
"Yüzünün ifadesi de devlet sırrı mübarek."
Dediklerimi anlamaya çalışan Alparslan ile tekrar konuştum.
"Diyorum ki beğendin mi? Beğenmedin mi? Yüz ifaden fazla ifadesiz."
"Sen onu diyorsun. Şey ya normal çorba nasılsa öyle olmuş işte."
Her kelimesinde daha çok şaşırıyordum. Bozulan ifademi saklamak için düz ve kısık bir ses ile 'anladım' deyip kafamı salladım.
Çorbaları bitirdikten sonra kaseleri elime aldım ve tezgâhın üstüne koydum. Çekmeceden çıkarttığım bez ile fırını kapattım ve içinden siyah tepsiyi aldım.
Küçük kapların bir tanesini Alparslan'ın önüne koydum, diğerini elime aldım ve Alparslan'ın sesi ile ona döndüm.
"Bu cüsseye 1 tane mi?"
Gözlerim istemsizce Alparslan'ın vücudunda gezindi. Elimdeki küçük güveç kabını da Alparslan'ın tabağına koydum. Kendi tabağıma ise bir tane koydum.
Sessizce yediğimiz yemekte Alparslan iştahla yemek yiyordu. Herkesin yaptığı normal yemeklerimin hepsini bitirmişti neredeyse. 4 küçük güveç kaplarından 3 tanesini bitirmişti...
Sessizce yediğimiz yemeğin ardından kirli bulaşıkları, bulaşık makinesine dizdim ve namazımı kıldım.
Salona girdiğimde Alparslan televizyonun karşısında ki büyük koltukta oturuyordu beni gördüğünde gülümsedi. Televizyondan yansıyan ışık odayı bir nebze aydınlatıyordu. Kendimi kasarak adımlarımı attım. Futbol izleyen Alparslan'a kısa bakış attığımda yanına oturdum.
"Balkona gidelim mi?"
Alparslan'ın sorusuyla kafamı ona çevirdim ve televizyondan yansıyan ışık esmer tenini aydınlatıyordu, bu görüntü bana yüzünü sabaha kadar izleyebilme isteğini uyandırıyordu.
"Olur, sen git ben üstümüze örtecek bir şeyler getireyim?"
Kafasını sallayan Alparslan ile yerinden doğruldum ve Alparslan'ın kaldığı odadaki dolaptan bir tane battaniye çıkarttım ve mutfakta bulunan balkona ilerledim.
Kahve yapan Alparslan ile gülümsedim. Eline iki kupa bardağıyla balkona ilerledi, bende peşinden gittim. Kahve kupalarını masanın üstüne koyarken bende lâcivert battaniyeyi açmıştım. Sessiz bir şekilde Alparslan'a bir ucunu verdim ve oturdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHDE VEFA
Художественная прозаAhde Vefa: Verdiği sözde durma ••• Yalnız, her zaman çevresinden kötü ithamlar duyan, gittiği her yerde kendini sığıntı hisseden... Buna rağmen annesinin babasının öğrettiği gibi dimdik, yıkılmaz olan Hafsa'ydı o. Yetimha...