DİKKAT
Eksik bölümler olacak özet koydum ama anlamadığınız yeri sorarsanız yardımcı olurum
1>Şeytanın pençeleri
*
Bir yapboz gibi birbirine işlenmiş taş yoldaki eskimiş kırıklardan oluşan girintilerin keskin köşeleri, parçalanmış ayakkabımın ince tabanlarına batıyordu ve parmaklarımdaki kesiklerin her temasta daha çok kanadığını hissedebiliyordum. Bedenimden çıkarak özgürlüğe kavuşan damlalar sıcaktı ve süzülürken neredeyse uyuşan tenimi bir miktar olsun ısıtıyorlardı.
"Gel buraya seni lanet olası hırsız!" Nefes seslerinin geride kaldığını duyabiliyordum fakat benim bacaklarımın da onunkilerden çok bir farkı kalmamıştı. Bariz bir yaş farkımız olmasına rağmen aciz bir şekilde titriyordum ve kaslarım yanıyordu. " Seni yakaladığımda-" Ciğerleri iflas ettiğinde cümlesini devam ettirememişti, yine de ne diyeceğini biliyordum. Seni yakaladığımda ellerini kestireceğim. Daha önce duymamış değildim, ne şanslıydım ki henüz ellerim benimle birlikteydi.
"Az kaldı," diye söyledim kendime hatırlatmak için. Yalnızca birkaç sokak daha uzaklaşsam yeterdi, henüz gün yeni aydınlanıyordu ve birer birer açılan dükkanların ardından halk sokaklara dökülecekti. "Eve dönmeliyim." Ev dediğime bakmayın, yaklaşan kışa rağmen çatısı akıtan şehrin dışında kalmış bir kulübeydi. İçine köpek bağlasan durmaz tabirine bire bir uyuyordu, duvarlarında bile bazı tahtaları eksikti ve sık sık boş kalan midemize yakışacak kadar eskiydi. Yine de benim için saklanabileceğim bir yerdi.
"Evet, yaklaşık bu boylarda. Zayıf ve çok fazla titriyor. Gri bir ceketi var." Gürültüleri duyabiliyordum, tam olarak beni tarif ediyordu. Eğer peşime askerlerden birini taktıysa kesinlikle bitmiştim. Sindiğim ağacın arkasından çıkarak bacaklarımı açabildiğim kadar açıp tekrar koşmaya başladım. Ciğerlerimden çıkan hırıltılar kulağımda ıslık çalan havaya karışıyordu ama çok geçmeden peşimdeki, bana hızla yaklaşan bedeni hissettim. Bunun olacağını bilseydim eve bir gün daha aç dönebilirdim ama artık çok geçti.
Nerede olduğumu bilmiyordum, aşina olduğum yolları kaybedeli çok olmuştu. Üstelik evler gittikçe büyüyordu ve yerlerdeki kırıklar yok denebilecek kadar aza inmişti. "Dur! Sen!"
Durursam yaşamak için hiçbir umudum kalmazdı.
O aramızdaki mesafeyi tamamen kapatmadan önce bedenimi hızlı bir şekilde gördüğüm ilk yere, kapısı aralık bahçeden içeriye attığımda büyük bir köpek tarafından köşeye sıkıştırılmış bir kedi kadar çaresizdim. İşlemeli süslerin oluşturduğu ağır demir kapıyı iterken sarsıldım ve neredeyse yere yuvarlanacaktım. "Lütfen beni içeriye alın!" Arkamdan kapattığım bahçe kapısı sallandığında bende aynı şiddetle ev kapısına yapışmıştım. "Lütfen!" Kesiklerle kaplı, yumruk haline gelmiş elimi son kez ahşap yüzeye vurduğumda demirin kulak gıcırdatan sesini duydum. Bu ses benim kulaklarım için, bileylenen bir bıçak kadar keskindi.
"İnsan! Çekil oradan hemen!" Gözlerim acı içinde kapandı, elim yavaşça aşağı doğru kaymaya başladı ama geri çekilemedim. O anda sadece... Nefes alacak gücü kendimde bulmaya çalışıyordum. Sandım ki tamamen tükendim, düşündüm ki artık tek yapabileceğim şey yere çöküp beklemek. Kısık bir kilit sesinden sonra öne doğru savrulduğumda ve elim dokunduğu desteği kaybederek bel hizama düştüğünde boşlukta kalan alnım sertçe bir şeye çarptı. Kapıya kıyasla çok daha yumuşaktı fakat yerinden bir santim bile kıpırdamadı. "Lordum..."
"Neler oluyor?" Yüzümü yasladığım şey kelimelerle eş zamanlı titrediğinde bunun birinin bedeni olduğunu anlayabilmem çok da zor olmadı. Bulanık görüşümü netleştirebilmek için gözlerimi birkaç defa kırptım, parmaklarım destek almak için başımın biraz altına dokundu ve kendimi geriye ittim. Başarısız bir deneme olmuştu. Kirle birlikte birbirine yapışmış saçlarımı kavrayan el bedenimi beklediğimden daha yana çekti bu yüzden göğsüme bastırdığım kolumun altındaki, ceketime sarılı ekmek tok bir sesle yere, ayaklarımızın birleştiği yere düştü. Gözlerim sınırlarını zorlayarak genişledi.