*
38| Güven
Zamanın böyle durgun, sıradan ve sakin geçebildiğini hayatımda tattığım ilklerle birlikte yavaş yavaş öğreniyordum. Bu yavaşlık hoşuma gidiyor, sanki kötülükler ve acı beni bir daha asla bulamayacakmış gibi hissettiriyordu. Kai ile birlikte olmayı seviyordum; ona dokunmayı, sıcak dudaklarındaki gülümsemelerini, ruhuma inene kadar, beni titretene kadar derinleşen bakışlarını da seviyordum artık. Bazı anlarda ondan çekinmeye devam ediyordum, evet, henüz ona sonsuz bir güvenim de yoktu. Yüzü sert hatlarını korurken, bedeni gerginken, gözleri koyu kırmızı alevler ile parlarken ses çıkarmamaya özen gösteriyor, yanından uzaklaşıyor yada beni gördüğünden, beni tanıdığından emin olana kadar hareketsizce bekliyordum. Ve ne olursa olsun ona kızamıyordum, kalbimi böyle titrettiği için ona hiçbir şey söyleyemiyordum çünkü onun bir şeytan olduğu inkar edilemeyecek kadar gözler önündeydi. Sivri dişlerinde, geriye yatmış pürüzlü boynuzlarında, bakışlarında... Bir şeytanla ilk defa karşılaşmış varlığım bile onu gördüğüm anda bana olduğu şeyi çığlıklar atarak söylemişti ama bunu kabul etmiştim. Gerçekleri kabul etmiştim ve bana uzattığı ellerini tutmuştum. Şimdi ondan iyi biri olmasını hangi hakla isteyebilirdim? Bana daha fazla zarar vermediği sürece kalbim bunu kabul edebiliyordu ama tanrı biliyordu ya, daha fazla acıyı kaldıracak halim kalmamıştı. Beni bir kez daha iterse sonsuz bir uçurumdan yuvarlanmaya başlayacaktım ve sonunda duracağım yer neresi olacaktı hiç bilmiyordum...
Yinede şimdilik böyle bir niyeti yokmuş gibiydi. Elbette ki bir şeytana güven vermek zordu ama ellerimi tutan elleri yumuşaktı, kibardı, sıcak değildi ama buz tutmamıştı da. Bana vakit ayırıyordu, hatta günlerini birlikte geçirmemizden hoşnut gibiydi. Okumama olan büyük katkısının yanında şehirde oluşan sorunları benimle paylaşıyor, fikrimi alıyor ve kendi çözümünü sunuyordu. Her zaman sert olan kararları çoğunlukla olabilecek en iyi seçeneklerden oluşuyordu, Kai acımasız fakat aynı zamanda adil biri gibi davranıyordu. Bana kuralları öğretiyordu, işlem yapmayı ve ırksal özellikleri, soylu aileleri, ülkenin coğrafi ve iklimsel yapısını. Aynı zamanda hava yeterince iyi olsa da olmasa da bunu önemsemeden bahçeye çıkmamı sağlıyor; yürümemi, koşmamı, bazen düşmemi izliyordu. Bedeni sert ve soğuktu ama beni kolları arasına aldığında ıslanmış, üşümüş vücudumdaki ruhum memnuniyet duyuyordu.
Artık kılıcını sallarken daha sertti, daha hızlıydı ve darbeler kalın kıyafetlere rağmen hissedilebiliyordu ama acı beni uykularımdan uyandırmıyordu. Ne zaman bedenimde oluşmuş bir iz görse sıcak dudakları tenimde geziyor, bir sonraki günde geri adım atarak ölçülü bir şekilde yumuşuyordu.
"Efendim?"
Bana kalırsa Kai içten içte hiç ummadığım, hayal etmeye korktuğum kadar çok çabalıyordu. Daha iyi biri olmak için, nazik davranabilmek ve öfkesini yok edebilmek için. Sadece bana karşı bile olsa... Ve bu bile bana kalırsa büyük bir şeydi. Beni nasıl iğrenirmiş gibi tuttuğunu, bana nasıl küçümseyerek baktığını hatırlamıyor muydum? Benden nefret ettiğini, beni öldürmeyi istediğini biliyordum. Onun öfkesi nasıl da karanlık, açgözlü bir varlıktı biliyordum... Kendisini bile kanatıyor, paramparça ediyordu ama... Kai o derin, parıldayan gözlerini bana çevirdiğinde sevmeyi öğrenmeye çalışıyor gibiydi. Zarar vermeden, ağlatmadan, kırmadan. Şimdiye kadar hiç yapmadığı gibi.
"Efendim?! Duymuyor musunuz?"
İrkilerek başımı eğdiğim yerden kaldırdığımda göğsüme bastırdığım kitaplar karnıma kadar kaymıştı ama düşmelerine izin vermeden hızlıca toparlandım. "Ah," Tepkime engel olamadan şaşkınca nefes verdim. "Dalmışım... Ne diyordun?"
"Kitabı buldum, şu rüyalar ve görüler hakkında olanı. Bunu arıyorduk değil mi?"
"Evet, evet oydu."