*
16| Bir Başkası İçin Ağlıyordun"Çok güzelsin, keşke senin kadar güzel olabilseydim." Kıvırdığım dizlerimden birine konmuş kelebeğe bakarken onu kaçırmaktan korkarak, fısıldayarak söyledim. Siyah çizgilerle çerçevelenmiş turuncunun tonlarındaki özenle boyanmış geniş kanatları nefesimi kesmişti, ona dokunamayacağımı bilsem de parmak uçlarımı karıncalandırıyordu. "Ama ikimiz de yanlış zamanlarda yanlış yerlerde duruyoruz, değil mi?" Hava, şakası olmayacak bir şekilde hızla soğuyordu ve onun hayatta olması bile şaşırtıcıydı aslında. Bir şekilde, bende aynı durumdaydım.
Üzerime çökmüş yorgunluk verici hüzünden nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Bir bataklık gibi beni yakalamıştı ve her saniye daha derine, karanlığa çekilmeme neden oluyordu. Nefeslerim her zaman ağır, kalbim her zaman telaşlı ve kemiklerim her zaman kırılgandı. Genç, neşeli ve güçlü olmam gerekiyordu ama olamıyordum. Öyle görünsem bile, gerçekte öyle olsam bile ruhum tüm enerjisini, umudunu kaybetmişti. Düşüncelerim beni her şeyi kötü düşünmeye zorluyor, hayatımı çekilmez kılıyordu.
Tek bir şey dışında.
Kontun hasarlı boynuzları en yetenekli ellerde şekillenmiş ender ve kıymetli parçalar gibi geliyordu. Gözleri güneşin parlak ışıklarından daha keskindi. Yüzünün hatları gördüğüm en güzel şeydi ve büyük bir dikkatle sakladığı bedenini deliler gibi merak ediyordum ama... Aynı zamanda onun gördüğüm en dengesiz kişi olduğunu düşünüyordum. Beni aşağılıyor, iğrenç olduğumu iddia ediyor ve ardından bana ünvanlar sunuyor, bana sarılıyor ve dudaklarını tenimde gezdiriyordu. Beni kesiyordu, beni eziyordu ve kanayan yaralarımı iyileştirmeye çalışıyordu. Bana bağırıyor, beni ağlatıyordu ama gözyaşlarımı kendi elleri ile siliyordu.
Tüm bu yıpratıcı, karmakarışık hareketlerine rağmen perinin imaları o kötü olmaya meyilli düşüncelerim içine yerleşmişti. Öldürdüğü sayısız kişiden biri olmam hayatında hiçbir şeyi değiştirmezdi, biliyordum. Onun için sıradan bir yüz, ellerine bulaşmış kan içinde yalnızca yeni bir leke olurdum ama kalbim elleri arasında atmak istiyordu. Dehşete düşmüş hissediyordum.
Onu görmek istiyordum.
Onu yalnızken görmek istiyordum. Gözleri şüphe içinde üzerimde dolanırken, her hareketimi izlerken değil, tereddüt etmeden kapandığında ve etrafını karanlığa boğduğunda nasıl görünür bilmek istiyordum. Suratı öfkeliyken değil, gergin ve kızgınken değil, sahte gülümsemeleri içindeyken bile değil... Yaralıyken, hüzünlüyken ve bunları gizleme gereği duymuyorken nasıl görünürdü? Korkutucu olmaya devam eder miydi yoksa acısına ortak olmak, kendim yara içinde olduğum halde onun yaralarını sarmak istediğim biri olabilir miydi?
"Uçabilmek istiyorum... Ve gitmek istiyorum. Keşke kanatlarına sahip olabilseydim, bu kadar güzel olmalarına bile gerek olmazdı."
Dünyayı değiştirmek isteyenleri hiçbir zaman anlamamış ve onlardan biri olmamıştım. Güçlü oldukları halde neden ejderhaların herkesi yönetmek istediklerini anlayamıyordum mesela, yada bir şeytanın neden herkesin içinde olan sabit öfkeden sıyrılarak ölüme ve daha çok ölüme sebep olduğunu. Ben hiçbir zaman sınırlar çekmek istememiştim, olan sınırları kaldırmak da önemli değildi. Salgın hastalıklara çözümler bulmak, orduya katılarak birilerini korumak ve tüm bunlar... Asla umurumda olmamıştı. Gelecekte ne olmak istediğimin sorusu bir amaç, bir meslek, bir mevki değildi. Sadece birine ait olmak istiyordum, birinin bana ait olmasını istiyordum. Bu sorunun cevabını ise hiç bilmiyordum, değişip duruyordu. Küçükken biri bana gelecekte nerede olmak istersin dediğinde babamın yanında diye düşünürdüm. Onu örnek almak istiyorum, elimi tutsun istiyorum ve büyürken gittikçe daha çok ona benzediğimi söylesin istiyorum. Oysa onun beni çoktan terk ettiğini biliyordum. Bunu kabullendiğimde hala küçük sayılırdım, bu yüzden cevap anneme dönmüştü. Her zaman yanımda olsun istiyorum, babam olmasa da olur, o herkese bedel olabilir. Bu defa kabullenememiştim, onun gözlerim önünde öldüğünü kabullenememiştim. Gidecek hiçbir yerimin, bana sarılacak hiç kimsenin olmamasını kaldıramamıştım.