Başlamadan önce oy vermeyi unutmayın lütfen. 🤍Ayrıca paragraflara yapmış olduğunuz yorumlar sayesinde fazlasıyla motive oluyorum, oy ve yorumları bol bol bekliyorum. 😍
Keyifli okumalar! 🤩
İKİNCİ BÖLÜM – Kurumuş Cennet
(mark eliyahu - grateful)
Kaç saattir kendimle baş başa kaldığımı bilmiyordum. Kilitli bir şekilde küçük düşürüleceğim anı bekliyordum.
Uyku denen şey bu gece bana uğramaktan vazgeçmişti sanki. Eğer gelirse belki de bu hayatta geçireceğim son saatleri hızlandıracağını biliyordu ve bunu yapmak istemiyordu. Gerçi uyku çekici kollarıyla bana kucak açsa da o kolları itecek güçteki düşüncelerim vardı. Belki de uyku da benim gibi itilmekten korkuyor ve bana geldiğinde başına gelecekler yüzünden çekiniyordu.
Dışarıda hayat nasıldı bilmiyordum ve bu beni her zamankinden daha çok korkutuyordu. İnsan içgüdüsel olarak hayatta kalmaya meyilli bir varlıktı. Ben de hayatta kalabilmek için elimden geleni yapacaktım ama aç susuz nereye kadar dayanabileceğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu.
Delphia halkının bilmediği, hatta yönetenlerin bile çoğunun habersiz olduğu bilgiler öğrenmiştim. Ama bunu kullanamazdım. Ağzımdan dökülecek olan her bir sözcük ölümümü yaklaştırırdı. Kendini düşünen biri değildim. Çünkü biliyordum ki ağzımı açarsam yanan sadece ben olmayacaktım.
Belki de insanlar bana delice konuşan ve sınır dışı edildiği için hükümet adına iftira atan bir kız gibi bakacaktı ve ben sadece hayata göz yummamla kalmayacak, aynı zamanda Aaron'un da hayatını riske atacaktım. Godfrey'in tehdidi oldukça netti ve bu netliği yadsıyamazdım.
Bulunduğum hücre doğru dürüst ışık almadığından saatin kaç olduğunu hesaplayamıyordum. Muhtemelen çoktan sabah olmuştu ve halkın bir çoğu sınır alanında toplanmaya başlamıştı.
Heyecanım giderek artıyordu. Düşüncelerim ruhuma kesikler açarken dilim kuruyor ve susuzluğum artıyordu. Saatlerdir hiçbir şey yiyememiştim.
Godfrey'in eliyle avuçladıktan sonra çiğneyip geri tükürdüğü erişteye baktım. Onun görüntüsü aklıma gelir gelmez sırtımı dayamış olduğum parmaklıklardan ayrılıp hücrenin diğer köşesine doğru öğürdüm.
İçimden bir şeylerin çıkmasını istedim ama içimde kalan hiçbir şey yoktu. Kasılan karnım yüzümü ekşitmeme neden olurken tahriş olan boğazım bir damla su için yalvarırcasına atıyordu.
Birkaç dakika sonrasında koridorda bir hareketlilik olduğunda başımı sesin geldiği yöne çevirdim.
Asker postallarının çıkardığı tok sesle çıkagelen bir kadındı. Kadın askerlere hep imrenmiştim. Yüzlerine takındıkları korkusuz ifade sadece erkeklerin güce sahip olmadığını bana her zaman hatırlatırdı.
Siyah saçlarını sıkı bir at kuyruğu şeklinde bağlamış olan askere baktım. İfadesiz bir şekilde hücrenin kapısına kadar geldi ve belinde bağlı duran anahtarları eline aldı. Büyük anahtarı kilide soktuktan sonra dört kere çevirdi ve kafesimin kapısını açtı.
"Gitme vakti mahkum," dediğinde anahtarları belindeki kancaya geri konumlandırdı.
Yerden yavaşça kalktım. Dizlerim titriyordu. Sağ elimle parmaklıkları kavradıktan sonra beni almaya gelen askerin yüzüne daha dikkatli bakma fırsatım oldu. Kaşından başlayıp dudağının üzerine kadar uzanan bir yara izi vardı. Yeşil gözlerindeki yorgunluğa yara izi ayrı bir heybet katarken güzelliğinden hiçbir şey eksilmemiş, aksine şu ana kadar karşılaştığım en güzel kadın fikrini zihnime kazımıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kurumuş Cennet
FantasyYaşadığı yeri çevreleyen duvarların ardındaki sırlar hakkında en ufak bir fikri olmayan Eva Slora, işlemediği bir suçu üstlenir ve Delphia'dan sürgün edilir. Büyükannesiyle birlikte aç ve susuz hayatta kalma mücadelesi verirken Hayal denilen yeri a...