LYCORİS 2.BÖLÜM "ZİRNE"

2.6K 189 117
                                    

Bir rüzgar esiyordu. Tozlar havada uçuyor, tenime değen her bir toz parçası anılarımdan bir yadigar bırakıyordu ruhuma. Güneş, perdenin arasında kızıl bir görüntü almaya başladığında zihnim, zamanı terk edip geçmişin kollarında yuvarlanmaya başladı.

Evimde, yangın çıkmadan önce bir rüya görmüştüm. Bir deniz vardı, dalgalarıyla ruhumu okşayan. Gökyüzü karanlıktı, yıldızlar rüzgar gibi saçlarımızdan süzülen zamana inat karanlığın pençesinde parlıyordu. Ay, dünyayı terk etmiş gibi uzaklardaydı. Sahil kısımlarında yuvarlak küçük bir masa, etrafında da tahtadan yapılma eski iki tane sandalye vardı. Masanın üstünde bir kül tablası, çakmak ve iki dal sigara bulunuyordu.

Sandalyelerden birine oturduğumda çıplak ayaklarıma batan çakıltaşlarını hatırlıyorum. Tenimde yarattığı keskin acı gerçek gibiydi. Hiç bitmeyen bir rüyanın avucunda gibiydim. Yuvarlandıkça nabzına ilerliyor, oradan kanına ulaşıp özümü kaybediyordum. Karşımdaki sandalyeye yılların ağırlığını omuzlarında taşıyan bir kadın oturduğunda hareketleri sakindi. Şaşırmadan karşımdaki kadına bakıyordum, onu bekliyormuşum gibi. Daha önce hiç yüzünü görmediğim, tanımadığım kadın, ruhunu ruhuma yaklaştırıyor, geçmiş yıllarımın üzerinde biriktiği bir geleceğimi yansıtıyordu bana.

Kadın bana, ben ona benziyordum.

İnce ve titreyen parmaklarıyla sigarayı kurumuş dudakları arasında sıkıştırdı. Çakmağını alıp bir eliyle siper ettiğinde ateş birkaç kez yanmamak, yakmamak, için direndi. Rüzgar, beyaz saçlarını savuruyor, yine de sanki ona değmeden terk ediyordu kadının tenini.

"Bir rüyadan medet uman ruh, neden buradasın?" diye konuştuğunda çakmak sonunda yanmış sigarasını da yakmıştı. Derin bir nefes alıp arkasına yaslandığında mavi gözlerini gözlerime dikti. Gerçeklik parmaklarım arasından kayıp gidiyor, neyin sahte olduğunu kavrayamıyordum. Gece, siyah bir örtü gibi gerçekti, yıldızlar bir çocuğun gözleri gibi parlaktı, deniz bir çöl kadar derindi.

"Uyanamadığım bir rüyanın içerisindeyim." diye konuştuğumda sesim bana yabancı gelmişti.

Kadın derin bir nefes daha aldı sigarasından. "Güzel bir rüya mı?" diye sordu bir kaşını kaldırarak. Güzel bir rüya mıydı? Gözyaşlarımla ıslanan bu deniz anlatabilirdi rüyamın nasıl olduğunu. Sessiz çığlıklarıma şahit olan gökyüzü anlatabilirdi, hepsi sessiz kaldı.

Başımı eğip bakışlarımı kucağımda duran ellerime çevirdim. "Kötü bir rüya değil." dedim. Gerçeklerin acı zehrini yutarak. "Buraya, senden beni uyandırman için geldim." Başımı bir cesaretle kaldırdığımda kadının gözleri kısıldı. Beni anlamak ister gibi bütün vücudumu izlerken rahatsızca yerimde kıpırdandım.

Sigaranın küllerini kül tablasına atmak yerine denize döktüğünde bakışlarım havada yavaşça süzülerek dalgaların hiddetine kapılan küllere kaydı. Gözyaşlarıma yangının körleri dökülüyordu. "Uyandığın yer, gitmek istediğin bir yer mi?" diye sordu yaşlı kadın.

Bakışlarım önce mavi gözleri bulurken sonra tekrar avucuma düştü. Gitmek istediğim bir yer... Değildi. Kabus olduklarının gerçeğini ruhumdan sızan bu duygularla kadına sunmak istesem de yapamadım. Orada kaybettiğim masumluğun çığlıklarını kimseye duyurmak istemedim.

"En azından gidebileceğim bir yer." dedim kendi kendime söyler gibi. 'Bir yer' kelimesine baskı uyguladığımda ruhumda sıkışan bir acı hissettim.

"Burası da bir yer." dedi kadın sigarasının dumanını gökyüzüne verirken. Benim gibi o da baskı uygulamıştı 'bir yer' kelimesine.

Bakışlarımı yukarı kaldırdım. Karanlığın veliahtı olan geceye baktım. Bütün dünya gözümde sahneleniyordu; yıldızlar dünyaya dönen birer ayna olmuş, gecenin perdesi kapanıp açıldıkça tiyatro oyunu devam ediyordu. Hepimiz, yüzlerine gülümseyen bir maske geçirilmiş birer oyuncuyduk. Nabzımızda, oynamamız gereken oyunun senaryosu yazarken tek seyircili bu tiyatroda kader oyunu sergileniyordu.

LİLİUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin