Natasha Blume -Black Sea-
Umut beyaz bir sayfayken, üzerine damlatılan tek bir damla mürekkep, damardaki kana bulaşan bir lanet gibiydi. Umut yavaş yavaş kararıyor, güneş batıyordu. Gölgeler uzuyor, mürekkep bitmiyordu. Ardından gece, semaya hüküm sürdü ve mürekkep, bütün suları ele geçirdi.
Şimdi elimde hırçın bir deniz, kara bir sayfa kalmıştı.
Ölü umutların çığlığı, gece karası gözlerin sesine konuyordu. Bütün çiçekler kapanıyor, ölü hayallerin zehri ile kuruyordu. Denizde tek bir balık bile kalmazken, gökyüzü yıldızları katlediyordu.
Her şey ıssız...
Her şey ölü.
Zed, telefonu kulağında tutmaya devam ederken gözleri benim gözlerimin üzerindeydi ve kaşları gittikçe daha çok çatılıyordu. Telefonu tutan parmaklarındaki kan çekilince öfke ile kulağından uzaklaştırdı ve telefon anında yeri bulurken paramparça oldu.
Ben şaşkınlık ve korku ile hareketlerini izlerken ellerimin titrediğini hissettim. Acı hala bedenimi fethederken korku, onun yerine zihnimde daha büyük topraklara hüküm sürüyordu.
Önümdeki adam korkumu görmüş olacak ki sakin bir tavırla Zed'e doğru bir adım attı ama diğer adamlar duvar köşelerine geçmiş, olanları izlemeye devam ediyordu. Ben ne yaptığına bakarken adam "Dostum sakin ol. Kız polisleri aradı, birazdan gelirler. Başınız belaya girmesin, bırakın kızın peşini," dedi. Zed, gözlerini hala benden ayırmazken adamın ağzından çıkan "Polis" kelimesinden sonra kaşları daha çok çatıldı. O anda bir yutkunma ihtiyacı ile dürtüldüm.
Duvarın orada bir hareketlenmeyi gözümün ucu ile gördüğümde bakışlarımı oraya çevirdim. Zed'in duvara fırlattığı adam, kanayan başını tutarak yerden kalkıyordu. Gözlerinde gördüğüm nefret ve öfke, hissettiği acının üzerini örtmeye çalışıyordu.
Zed adamı fark etmemiş gibi hala benim gözlerime bakıyor, beni izliyordu lakin hiçbir tepki vermiyordu. Hareketlerinde dengesiz bir sakinlik vardı ve bu beni korkutuyordu. Tehlike çakmağını aleve vermeden önceki sakinliği, gelecek olan yangının şiddetini anlatır gibiydi.
Gözüm, duvardaki adama kaydığında elini cebine attığını ve cebinden bir çakı çıkardığını görmem, nefesimin ciğerlerimde sıkışıp kalmasına neden oldu. Zed, adamı fark etmemiş gibiydi, ya da umursamıyordu. Önünde duran adamın omzundan tuttu ve sertçe kenara ittiğinde hala gözleri benim gözlerimdeydi. Tam bir adım bana doğru atacakken adam, arkadaşlarının onun adını seslenip durmasını söylemesine aldırmadan elindeki çakıyla Zed'in karşısına geçti ve hareketlerini durdurmadan direk bıçağı, Zed'in karnına sapladı.
Dudaklarımdan bir çığlık döküldüğünde ellerim ile ağzımı kapattım ve bir adım geriye gittim. O anda karnımdaki acı bana kendisini hatırlatsa da şaşkınlık ve korku, acının üzerine kapanıyor, onları bir gölgeye saklıyordu.
Zed kaşlarını çatarak karşısındaki adama baktığında duvarlara tehlikeli bir sessizlik hakim oldu. Duyulan tek şey hızlı alıp verdiğim nefeslerin sesiydi. Adam şaşkınlıkla kafasını eğip bıçağa baktığında bir adım geriye gitti ve "Sen ne..." dedi ama devamını getiremeden sustu. Söyleyecek bir şey bulamıyor gibiydi.
"Ne sikim yediğini sanıyorsun sen?" Zed'in sakin ama bir yandan tehlike kokan sesi, adamın suratına çarptığında adam bıçağı elinden düşürdü ve bir adım geriye gitti ama dengesini sağlayamayarak yere düştü.
O anda bıçağın, teninde bıraktığı yaranın yerini gördüm ve aynı o günkü gibi olduğunu fark ettim. Yırtılan tek şey Zed'in tişörtüydü. Yaranın olması gereken ve kaldırımları kana bulaması gereken tene baktığımda, o gün gibi bir boşluk ile çevreli olduğunu gördüm. Ardından yarası, o gün olduğu gibi yavaşça yanmaya başladı ve delik küçülerek birkaç saniye içerisinde kapandı ve o pürüzsüz cildi yine eskisi gibi, tek bir iz dahi bırakmadan iyileşti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİLİUM
FantastikGece kadar karanlık gözler, yıldızların günahlarından yaratılmış irisler. Zed Decrus... Bu onun adıydı, kanlı sözcüklerle kazınmış bir isim. Bu... İnine indiğim şeytanın adıydı. Cehenneme hükmedebilen tek kişi, Tanrı'ya meydan okuyan tek Tanrı. ...