2. Bölüm

1.3K 200 78
                                    

Keyifli okumalar dilerim. ❤️

Instagram adresim: gulsen_kilicaslanofficial

Kaynayan otların kokusu küçük kulübenin havasını ağırlaştırmıştı. Kokunun kaynağı olan ve şöminede buharlar saçarak kaynayan demliği askıdan alıp yerine çorba tenceresini astı. Cadı çok yorgun olmasına rağmen, içine çeşitli otlar karıştırdığı ekmeğin hamurunu yoğurma işine geri döndü.

Dün gece yarısına dek, yaralı oduncuyu tedavi etmek için tüm maharetini sergilemişti. Kılıç darbeleri çok derindi ve her kim onu bu hale koyduysa ölmesini istemişti kesinlikle. Yaralı iç organlarını, gücünü kullanarak onarınca kan ter içinde kalmıştı Kara. Adam ölümün sınırına o kadar yakındı ki bir ara doğanın işine karışmış olabileceğinden bile şüphe etti. Ama kalbi hâlâ atıyordu ve ona bahşedilen gücün bir diğer hikmeti olan hisleri, adamı kurtarmasını söylüyordu. Yüzeysel yaraları dikip merhem sürerek sardı. Bilinci kapalı olan adam tir tir titrerken ağrılarını azaltmak için kaynattığı haşhaş suyundan birkaç yudum da olsa içirdi. Şöminenin karşısındaki divana yatırdığı adamın başında sabaha dek bekledi. Gün açarken içi geçmişti ve uyandığında adamın ateşinin çıktığını fark etti. Adamı tamamen soyup ıslattığı bezlerle ateşini düşürene dek uğraştı. Zencefil ve zerdeçaldan yaptığı ilacı adama içirip biraz daha haşhaş suyu verdi. Ateşi düşüp, düzenli nefes almaya başlayınca da üstüne bir battaniye örterek hastaya yemek yapmaya koyuldu.

Yoğurma işi bitince, hamuru çömleğe döküp üzerine lahana yaprağı yapıştırdı. Ekmek çömleğini ateşin bir kenarındaki sıcak küllerin içine gömüp ağır ağır pişmeye bıraktı. Etrafı topladı ve adamın kanlı gömleğiyle tuniğini yıkamak için eline aldı. Kılıç darbeleriyle lime lime olduğunu görünce vazgeçti. Dokumacı köyünün kıyısında yaşarken bu paçavraları giyinmesine gerek yoktu. Sağlam kalan pantolonu yıkayıp astı ve daha önce hiç giyinmediği pamuklu, beyaz bir sabahlığı sandığından oduncu için çıkardı.

İş, oduncunun ayağından çıkardığı, çamur yüzünden kalıp olmuş ayakkabıları temizlemeye gelince tuhaf bir şey fark etti. Bunlar aslında içine giydiği yün çoraplarla kalıp olmuş lejyoner sandaletleriydi. Delik deşik çorapları da gömlek ve tunik gibi çöpe ayırıp sandaletleri temizledi. Yapacak başka iş kalmayınca da ateşin yanı başındaki bir mindere oturup yaralı oduncuya uyguladığı tedavileri yazmaya koyuldu. Aslında bu notlar Luna içindi. Bir insanın iç organlarını, onun gibi tedavi edemeyecek olsa da yüzeysel kılıç yaralarında ne yapması gerektiğini öğrenmiş olurdu. Kara, yazdığı notları itinayla rulo yapıp rafa koydu ve artık pişmiş olan çorbayla ekmeği şömineden aldı.

Karnını doyurdu ve hastanın ateşini kontrol etti. Durumu iyiydi, artık hayati tehlikeyi atlatmıştı.

Artık kendi işleriyle gönül rahatlığıyla meşgul olabilirdi. Dışarı çıktı ve tavukları yemleyip, ektiği minik tarlayla ilgilendi. Fırtına ile ormanda turlayıp, hayvanın bacaklarını açmasını sağladı.

Güneş batmak üzereyken de kulübeye döndü. Kulübenin kapısının kapanma sesiyle oduncu inleyerek gözlerini araladı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Hem yorgun hem de şaşkındı. Sonunda kendisine yaklaşan Kara'ya odaklanıp "Sen..." diyebildi. Belli ki Cadı tarafından kurtarılmak pek hoşuna gitmemişti. Hemen doğrulup kalkmaya kalkıştı ama acıyla inleyerek gerisin geri divana yattı.

Kara, üstündeki pelerini çıkarıp "Ani hareket etme!" diye buyurdu. "Dikişleri mahvedeceksin."

Oduncu, kendisinden beklenmeyen bir küstahlıkla "Sana ne ki? Bu benim bedenim!" diye karşılık verdi. Sesi, çatlamış dudakları arasından zar zor çıkıyordu.

KÖYÜN CADISIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin