◇ Bu bölüm Mark'ın ağzından olacaktır.
İçimdeki pişmanlık yıllar boyunca o kabuk bağlamayan yaranın üzerinden kalkmamış, sürekli ağırlık olmaya devam etmişti. Gözlerimin önüne gelen sahnelerden her seferinde kurtulmak istesem de, taşıdığım baskıdan kaçamıyordum. O küçük mahalle parkında kulaklarımla işittiğim ince tını, gördüğüm sayısız göz yaşları ve masum bakışlar aklımdan bir saniye bile çıkmıyordu.
Sürekli tekrarlıyordum kendi kendime;
"Keşke onu bu acıdan kurtarmanın bir yolunu bulabilseydim."...Fuar günü onu ilk gördüğümde üzerinden alamadığım bakışlarım, ismini duyduğumda yaşadığım şaşkınlık hepsi bu nedenden doğma etkenlerdi işte. O küçük çocuk büyümüş ve hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkmıştı. Aslında ona birçok kez Junho hyung aracılığı ile ulaşmak istemiştim fakat üniversite öncesi ailem ile Kanada'ya gitmiş, uzun bir dönem orada kalmıştım. Üniversite için geldiğim sırada tekrardan iletişimi kurmuş olsak da, bir türlü fırsat bulup bir araya gelememiştik. Anımsıyorum, fuar günü Junho hyung beni arayarak bir arkadaşıyla tanıştıracağını söylediğinde, içimi tarif edemediğim bir heyecan kaplamıştı nedensizce.
Şimdiyse, ağlayarak boynuma sarılan çocuğu dinlemek istiyordum ya da o ruhsuz, karanlık evde her ne yaşıyorsa hepsini aşması için elimden geleni yapmak.
Hiçbir şey yapmasam da, onun yanında olmak istiyordum deli gibi.
Bir süre bu pozisyonu korurken, ne yaptığını fark etmiş gibi bir tavırla kollarını göz yaşlarıyla ıslanmış boynumdan hızla ayırmıştı. Kendini toparlamak, ayaklanmak ister gibi bir hali olsa da hala içini dökemediğinin farkındaydım. Güvende olduğunu göstermek istercesine elimi sırtına götürdüm. Anladığım kadarıyla insanların ona dokunmasından pek haz etmiyordu ya da korkuyordu... Hareketimin hemen sonrasında geri çekilmesiyle idrak etmiştim.
"Donghyuck, ben seni anlıyorum. Hiçbir şey anlatmasan da, titreyen göz bebeklerin her şeyi gösteriyor. İstediğin kadar, saatlerce benim yanımda ağlayabilirsin."
Hiç beklemediği cümleler sarf etmiş olmalıyım ki, ıslak gözleri şaşkınlıkla bakışlarıma yönelmişti. Sadece iki gündür tanıdığı çocuktan bu tarz şeyler duymayı beklemiyor olması da gayet doğaldı tabi ki. Şaşkın ifadesine tebessüm etmeden edememiştim. Bu şekilde masumiyetini hiç kaybetmemiş olması o kadar güzeldi ki... Ah, düşünmeden edemiyordum işte. Gözüme hala küçücük bir çocukmuş gibi geliyordu.
"Sana ne oldu diye sormayacağım. Ama buradan çıkalım, en azından bahçede biraz temiz hava almış olursun. Daha sonra da evine bırakırım eğer istersen."
"Ev." kelimesinin geçtiği cümleden sonra telaşla ellerini iki yana sallamış ve bir şeyler söylemeye başlamıştı.
"Ev olmaz!''
Sanki tüm ciğerleri havasız kalmış gibi derince nefes aldı.
''Babam beni böyle görürse bir daha asla izin vermez. Yani üzülür onu diyecektim."
İnanmış gibi yapacaktım. Eğer asıl demek istediği şeyi anladığımı fark ederse daha da gerilebilirdi. Babasının yaptıklarının öğrenilmemesini istiyordu haliyle. Yığıldığım yerden ayaklanarak elimi ona uzattım.
"Bildiğim bir yer var, hadi gel."
Tahmin ettiğimin aksine, tereddüt etmeden elimi yakalamış ve birkaç yalpalanmadan sonra kalkabilmişti. Düşüncelerimle boğuşurken nefessiz kaldığım zamanlarda kaçtığım bir uçurum vardı. Bazılarına göre oldukça tehlikeli bir uçurum olmasına rağmen, benim için sessizliğin ve huzurun adresiydi kesinlikle.
...
İkimizin de ağzının bıçak açmadığı, genellikle bakışlarımın istemsiz yanımdaki bedene kaydığı bir başka yolculuğa başlamıştık. Anlam veremediğim bir şekilde, Donghyuck gereğinden fazla gergin ve diken üstündeydi. Sürekli yan aynadan arkamızdaki arabaya bakması da yavaştan şüphelenmeme yetiyordu.
Sonunda dayanamayıp uzun süredir konuşmadığım için çatallaşan sesimle bir şeyler söyleyecektim ki telefonunun zili arabada yükselmeye başladı. Ekranından gördüğüm kadarıyla babası arıyordu. İşte, henüz yeni toparlanmaya başlayan Donghyuck'un esmer teni tekrardan beyaza çalmaya başlamıştı.
Daha fazla bekletmeden aramayı cevapladı.
"Evet, çıktık kampüsten. Mark hyungun bildiği bir yer varmış. Biraz nefes almak için baba, cidden. Geç kalmadan evde olacağım."
Hattın diğer ucundaki sesini birkaç saniyeliğine yükseltmiş ve anladığım kadarıyla telefonu çocuğun suratına kapatmıştı. Tarafımda kalan yan aynayı kontrol ettiğimde, arkamızdaki araba geride kalan u dönüşünden diğer şeride yönelmek üzereydi. Ortada ne tür işler dönüyor anlamış değildim fakat soru sorup rahatsız olmasını da istemiyordum. Konuyu değiştirmek için aklıma ilk gelenleri hiç düşünmeden söylemeye başladım.
"Parfümün güzelmiş."
Ah, cidden söyleyecek başka bir şey bulamadığımı bu kadar belli etmemeliydim. Yanlış anlamasını istemediğim için konuşmasına fırsat vermeden devam ettim.
''Yani şey, sarıldığında dikkatimi çekti.''
Bir süre sessiz kalmayı tercih ettikten sonra lafa girmişti.
"Parfüm kullanmıyorum ki ben... Yine de teşekkür ederim hyung."
Kendi kokusu olması beni daha da karmaşık durumlara sürüklüyormuş gibi hissettiğimden, bir kelime bile etmeden sürmeye devam ettim.
...
Rüzgarla birlikte dans eden saçlarımıza eşlik eden yeşilliklere ilerliyorduk. Rüzgar eşlik ediyordu evet fakat hırçınlığı bugünlerde üzerinde değildi anlaşılan. Sadece tatlı tatlı okşuyordu iki bedenin farklı tenlerini.
Gözlerini mavi manzaradan ayırmamaya yemin eden sureti izledikçe, aklıma yine o park ve yine o süzülen göz yaşları geliyordu. Derin bir nefes aldı, daha sonra sakin bakışları benimkileri buldu.
"Teşekkür ederim, iyi geldi."
Gülümsemekle yetindim.
Ayaklarımızın altına serilen yeşilliklere serilerek sol kolumu başımın altına aldım. Gökyüzü fazlasıyla parlak gözükürken, anlık gelen rahatlamayla göz kapaklarımı serbest bıraktım. Uzunlu kısalı otların çıkardığı seslerden yanıma uzandığını fark etmiştim.
"Sana güvenebilir miyim Mark?"
Başımı omzuma denk gelen suratına çevirdim. Tekrardan aynı tatlı koku ciğerlerime dolmaya başlamıştı.
"Kalbinin sesini dinle Donghyuck. Benimkini sorarsan, seni yalnız bırakmamam gerektiğini söylüyor."
Şarkı önerisi: Fire on fire by Sam Smith
aşık oluyorsun markım geçmiş olsun heçanım da herkese güvenmez marka koşuyor anlamadım sanmasın 👉🏻👈🏻😋🥺
![](https://img.wattpad.com/cover/273531545-288-k600730.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
death box | markhyuck
General Fiction✧.* "Senden her zaman nefret etmişimdir, elindekilerin değerini hiçbir zaman bilmeyen şımarık çocuk. Şimdi beni iyi dinle. Kapının önüne bir ölüm kutusu bıraktım. Büyüdüğünü kanıtlamak mı istiyorsun? O halde ağlamayı kes ve sadece tehlikenin tadını...