Ne yaparsam yapayım yerimde sayıyormuşum hissine kapılıyor olmam benim için yabancı sayılmazdı. Neredeyse her gözlerimi kapatışımda içine girdiğim bu naçizane duygu, artık kabak tadı veriyor olmakla birlikte sinirlerimi de germeye başlamıştı. Kendimi yiyip bitirmek yerine harekete geçmek istiyordum, boş da durmamıştım aslında ama her zamanki gibi engeller yine yüzünü göstermişti şanssızlıklarla dolu kaderime. Ne vardı sanki tam pes edeceğim sırada bir mucize karşıma fırlasa?
Uyuyamamıştım işte. Az önce suratıma kapanan konuşmadan sonra, her gece zihnimin tozlu raflarından çıka gelen zerzenişlerim tüm uykumu kovmaktan beter etmişti. Uzandığım sert, rahatsız yataktan ayaklanarak odada volta atmaya başladım. Tam üstümde babamın odası olduğu için elimden geldiğince sessiz bir biçimde delirmeyi düşünüyordum. Artık sabrım kalmamıştı, farkındaydım. Üniversite çağına gelmeme rağmen hala markete bile gidemiyor oluşumdan tut, henüz bahçeye bile çıkmaz haldeyken sabrımı son kırıntısına kadar tüketmiştim.
Fakat bir gerçek vardı ki, o da deli gibi korkuyordum. İnsanlardan, sokaklardan, yaşadığım bu büyük şehirden. Bir kere, nasıl yaşayacağımı bile bilmiyordum bu ev olmadan. Fuarda yaşadığım o ufak çaplı krizden sonra, kendime olan inancım fazlasıyla sarsılmış olabilirdi ve beni bu yoğun karmaşaya iten en büyük etkenlerden biri de o gündü.
Adımlamak isterken, aslında kaçmak için de can attığımı fark etmemek mümkün değildi ki.
Sadece birisi, hayatımda ilk defa elimi tutamaz mıydı? Geri giden o adımlarımı hayata çevirmeme sebep olacak tek bir kişi.
Geniş odada kapıdan kitaplığa doğru çizdiğim hayali çizgide gidip geliyorken, telefonumun bildirim sesiyle anlık olarak duraksamıştım. Yoksa, dediği gibi mesaj mı atmıştı şu üniversiteli çocuk? Birkaç dakika önce fırlattığım telefonu yerden alıp, ekran kilidi olmadığından direkt bildirim paneline yöneldim.
+82 10 -4***- 1678
Donghyuck selam, Mark
ben. Uyumuyordun
öyle değil mi?Gözlerim mesajı görür görmez titremeye başlayan parmaklarım "Engelle." seçeneğine yönelirken, bir şekilde kendime hakim olup klavyeye yöneldim. Hem, ne kadar haftalık telefon kontrollerinde yakalanma riski taşıyor olsa da, üstesinden gelebilirdim. Bence sandığım kadar zor değildi başka birisiyle mesajlaşmak. İsmini henüz bu gece öğrendiğim üniversiteli çocuğu Jun ağabeymiş gibi düşünerek işimi de daha kolay bir hale getirecektim.
Uyumaya çalışıyordum
fakat, sanırım biraz
zorlanacağım.Mesajı gönderdikten sonra, sağ elimi gittikçe hız kazanmaya devam eden kalbime götürdüm.
"Sadece mesajlaşıyorsunuz Donghyuck, sakin ol. Seni ne görebilir, ne de duyabilir. Sadece mesajlaşma."
+82 10 -4***- 1678
Aslında, seninle konuşmak
istediğim bir konu vardı. Yani,
nasıl desem
(Görüldü: 1043)+82 10 -4***- 1678
Biliyorsun, Üniversite tanıtım
günlerinde okul tarafından görevlendirildim. Ve en az bir kişiyi kampüs gezisine misafir öğrenci olarak getirmem isteniyor. İlk başta stanta gelen birkaç kişiye teklif ettim ancak tanımadıkları için sıcak yaklaşmadılar.
(Görüldü: 1045)+82 10 -4***- 1678
Pekala, tam anlamıyla beni tanıdığını söyleyemem ama senin için de iyi olur diye düşünmüştüm. Junho, Seul Üniversite'si için lisenin başından beri deli gibi çalıştığını söylemişti.
(Görüldü: 1046)Seul Üniversitesi'ne gezi mi? Hayali bile inanılmaz derecede büyülenmeme neden olurken, görkemli derslikleri, yeşilin her bir tonuna sahip olan geniş bahçesini geziyor olduğumu düşünmek zaten kıvamda olan kalbimi daha da zorluyordu. Ne yazacağımı tam olarak bilememişim. "Bilmiyorum, babama sormalıyım." gibisinden bir cevap, gözündeki henüz oluşmamış imajımı şimdiden dümdüz edebilirdi. Onun gözünde de küçük bir çocuk gibi gözükmek istemiyordum.
Sağlıklı düşünebilmek için telefonu çalışma masasının üzerine bıraktığımda, büyük bir sesle odamın kapısı açıldı. Önde babam, arkasında Lauren olmak üzere iki beden hızla odama girmişti. Olduğum yere çakılıp kalırken, tek yapabildiğim elimde bir şey olmadığını göstermek için kollarımı öne almak olmuştu.
"Saat kaç oldu Donghyuck?"
Üzerindeki gri saten takım ile, sinirli olduğunu derinleşen keskin yüz hatlarıyla idrak edebildiğim beden üzerime yürümeye başladığında vuracağını düşünerek refleks olarak kollarımı yüzüme sper aldım. On dokuz yaşıma basmama rağmen, o tokatı yüzüme yiyeceğim diye her dakika korkuyla hareket ediyordum.
"B-baba yemin ederim bir şe-"
"Sana saatin kaç olduğunu sordum Donghyuck!"
Kursağımda biriken sıvıyı güçlükle yutarak, titrek bakışlarımı duvar saatine çıkardım. Saat çoktan 23'ü bulmuştu bile. Yatma saatim geçeli ise iki saat olmuştu. Bakışlarımı saaten çektiğim gibi, yerdeki halının herhangi bir köşesine yönlendirdim.
"On bir."
Yaşlandıkça kırışmaya yüz tutan elini hemen arkamdaki çalışma masamın üzerine götürdüğünü görebilmiştim. Tahmin ettiğim gibi telefonu alıp, diğer elini de saçlarıma kenetlemişti. Saç köklerimden yayılan tarifsiz acıyla gözlerimi sıkıca yumdum. Yapmaması için birçok şey söylemek istiyordum ancak kafamın ani bir şekilde geriye sarkmasıyla boynuma da yayılan acı, her şeye engel olmuş durumdaydı. Sadece dudaklarımın arasından firar etmeye hazır olan ince tınıyı serbest bırakmakla yetindim.
"O halde yarın öğlene kadar bu odadan çıkmak yok. Lauren, Küçük Bey'e kahvaltı da getirilmeyecek. Anlaşıldı mı? Kapısını arkamdan kilitle, ben diyene kadar da açma."
Sert bir tavırla parmaklarını kahve tutamlardan çektiği anda, öylece yere yığıldım. Engel olmak istesem de başaramayacağımı biliyordum. Onun yerine bacaklarımı kendime çekip, odanın duvarlarına çarpan anahtar sesini dinledim. Göz yaşlarımın bile ne zaman tenime ulaştığını bilmiyordum. Sanırım odaya girdikleri ilk andan itibaren ağlamaya devam ediyordum...
Şimdi ne olacaktı peki? Babam tüm mesajlaşmaları gördükten sonra belki de süresiz telefonuma el koyacak, bir daha da asla dışarı çıkmama izin vermeyecekti.
"Buraya kadarmış." diye geçirdim içimden.
Şimdi düşünmüştüm de, mucizenin ta kendisi gelse dahi yardım edemezdi bana. Bu mucize, yeni tanıştığım Mark olsa bile.
Şarkı Önerisi: Heartless by The Weeknd
Her vote heçanımın psycho babasına bir şaplak. Valla çok sinir oldum bu adama ya melek gibi oğlu var şunun yaptıklarına bak. şeytan diyor "yazar sen değil misin öldür gitsin" de işte kurguda bana lazım bu dağ ayısı
çok yükseldim galibaĞÖCGŞÇHSBWN
gidiyorum, bb 🥺
ŞİMDİ OKUDUĞUN
death box | markhyuck
Ficción General✧.* "Senden her zaman nefret etmişimdir, elindekilerin değerini hiçbir zaman bilmeyen şımarık çocuk. Şimdi beni iyi dinle. Kapının önüne bir ölüm kutusu bıraktım. Büyüdüğünü kanıtlamak mı istiyorsun? O halde ağlamayı kes ve sadece tehlikenin tadını...