Yağmurlar nihayet durmuş, hava belirgin şekilde düzelmişti. Ancak, arabanın duvarlarının dışındaki ısınma, bizim aramızda oluşan soğuğu ortadan kaldırmıyordu. Yoongi, seramik ısıtma yastığını sıcak tutmaya devam etsede, benim artık kollarında kıvrılmam, veya göğsünde kestirmemi için teklif etmiyordu. Onu tanıdıkça, aramızdaki yakınlığın, felakete yol açacağına daha çok ikna oluyordum.Lörd, farkına bile varmadığım birçok yönden benim için tehlikeliydi.
Londra'ya vardığımızda yollarımızı ayıracağımızı düşünerek kendimi teselli ediyordum. Ben kulüpte kalacaktım, o ise babamın ölüm haberini alana kadar evinde, eski faaliyetlerine geri dönecekti.O zamana kadar, muhtemelen kulübü satacak, mirasımın kalıntılarıyla, yoksul aile evini yenilemek için kullanacaktı.
Babamın her şeyi olan kulübün satılma düşüncesi beni üzüyordu. Tabii ki, bu en makul karardı. Herkes kumarhane işini başarıyla yönetemezdi. Kulüp sahibi olan kişi, insanları kendi kuruluşuna çekecek, belirli miktar çekiciliğe sahip olması gerekir.
Elde edilen kârı, doğru şekilde yatırım yapmak için gereken içgüdüden bahsetmiyordum bile. Babam, orta derecede de olsada ilk niteliğe sahipti, ancak ikinciden tamamen yoksundu.
Birkaç yıl önce Newmarket'te, servetinin yarısını kaybetmişti. Yaşlılığında, at yarışı dünyası gibi, tatlı dille konuşan dolandırıcıların ikna güçlerine yenik düştmüştü. Neyse ki kulübü o kadar çok para kazanıyordu ki, bu kadar büyük kaybı bile kolayca telafi etmişti.
Yoongin'in, babam'ın kulübünü, ikinci sınıf bir kuruluş olarak nitelendiren zehirli sözleri, sadece kısmen doğruydu. Ne yazık ki kulüp, tüm getirdiği kâra rağmen, babamın ulaşmak istediği zirvenin, yanına bile yaklaşamadığının farkındaydım.
Kendisi, yıllar önce yanan Craven'in ünlü kulübüne yetişmek istiyordu. Ancak, Jack Craven'in ne yeteneğine, ne de şeytani çekiciliğine sahipti.
Craven'in bütün İngiliz neslinin parasını kazandığı söylenirdi. Şöhretinin zirvesinde, sahneyi terk etmesi, onu laik toplumun gözünde efsanevi bir figür haline getirmişti.
Ve babamın, Craven'e yetişmediğinin sebebi, yeterince çaba göstermediğinden kaynaklanmıyordu.
Zamanında kulübünü Covent Garden sitesinden King Street'e taşıyarak başlamıştı işini büyütmeye. O günlerde oralar, moda dükkanlarının ve lüks konutların bulunduğu, prestijli bölgeye giden, dikkat çekici bir geçitti.
Babam, caddenin çoğunu satın aldıktan sonra, heybetli kulüp binası da dahil olmak üzere birkaç ev inşa etti ve Londra'daki en yüksek gelire sahip olan vâris olmuştu. Sonuç olarak, kumarhaneye yüksek bahisler için oynamak isteyen herkes gelmeye başlamıştı.
Kulübe yaptığım ziyaretlerle ilgili çocukluk anılarımın bazıları hâlâ benimleydi. Aşırı gösterişli de olsa lüks şekilde dekore edilmiş bir yerdi, ve galeride, babamın yanında durup aşağıda kaynayan hayatı izlemeyi çok severdim.
Hemen hemen her gün beni alır, James Sokağı'na götürürdü, orada ziyaret etmek istediğim her dükkana girer, sabırlıca işlerimin bitmesini beklerdi. Her seferinde şapkacıyı ziyaret ederdik, kitapçıya ve pastaneye uğrar, taze pişmiş, sıcacık, erimiş beyaz kremalı ruloları alır yerdik.
Yıllar geçtikçe King Street'e yaptığım ziyaretler kısıtlanmaya başlanmıştı. Bunun için her zaman Park'ları suçlamış olsam da, şimdi sorumluluğun bir kısmının babama ait olduğunu fark ediyordum.
Güçlü elleriyle havaya fırlattığında sevinçten ciyaklayan küçük oğlunu sevmek, onun için çok daha kolaydı. Kendisininki kadar kırmızı olan saçlarımı karıştırır, gözyaşlarımı siler ve ayrılma zamanı geldiğinde avucuma bir parça şeker bırakırdı. Ancak ben, büyüyüp genç bir beyefendi olmaya başlayınca, ilişkimizde gariplik oluşmaya başlamıştı.