Devlerin Diyarı hiç görmeyenler için bile çok açık ve rahat bir şekilde bulunabilirdi. Çünkü girilmemiş bir doğa ve çorak, bitki yetişmeyen geniş koca koca araziler diyarı tanımanıza yetmezse bile her yere sinip tüm diyarda yoğun şekilde hissedilen iğrenç, mide bulandırıcı kokuları yeterli olur sanırım.
Sınıra çok yaklaşmadan durup çantamdan deve kuşunun yuvasından çaldığım yumurtayı çıkardım. Dikkatli şekilde kırınca devlerin bu yumurtayı neden sevmediklerini daha iyi anladım. Ağır ve mayhoş bir kokusu vardı yumurtanın. Yavaş yavaş her tarafıma sürmeye başladım sıvıyı.
Artık Devler Diyarına girmeye hazırdım. Yani öyle olduğumu umuyordum. Çünkü bu yumurtanın işe yarayıp yaramayacağının sağlamasını yapacak bir durumum ve zamanım yoktu maalesef.
Belimdeki kılıcı düzeltip dikkatli şekilde yürümeye başladım. Uzun süren bir yürüyüşten sonra bir tepeye vardım ve tepeden etrafı kontrol etmeye başladım. Sol tarafımdaki vadide karışık halde takılan binlerce deve ve onların yaşadığı yerleşim yerini gördüm.
Burayı görene kadar Tatarların ani bir hücumla neden tüm devlerin hepsini tek bir sefer de yok edemediklerini anlamamıştım. Ama şimdi görüyorum ki böyle bir şey yapmak Tatarlar için kendilerini öldürtecek bir intihar göreviydi resmen. Bu kadar güçlü devi bir aradayken öldürmeye çalışmak beyhude bir çabadan başka bir şey değildi. Cesaret ile aptallık arasındaki o sınırı bilmek gerekir. Şahmeran'ın o kadar devi deneylerde katletmesine rağmen nüfusları hala çok fazlaydı.
Ben buraya sığınmış olan Cabir'in yerinde olsam ne tarafa kaçar nereye sığınırdım diye düşünüp etrafa bakınmaya başladım. "Açık alan da yani vadide yaşamazdım. Devler istedikleri gibi gelebilirlerdi. Onların gelemeyecekleri bir yer olmalı" deyip sağımda kalan yüksek bir dağı görüp gözüme kestirdim.
"Kesinlikle orada olmalı" deyip o tarafa yürümeye başladım. Yumurta sadece bana yetecek kadar olduğu için atı geri göndermiştim. O yüzden de yola yayan olarak devam ediyordum. Şerefsizler Anadolu'yu, Barbaros ve Hayrettin'i bile yok etmişlerdi.
Dağın eteğine geldiğimde etrafı araştırmaya başladım belki bir iz bulabilirim diye. Biraz araştırdıktan sonra dağın ortalarında sönmüş ateş izleri gördüm ve doğru yolda olduğumu anladım. Demek ki Cabir buralardaydı ve devlerin buraya kadar çıkamayacağını düşünmüş olmalı ki alevlerden çıkacak dumanın görülme riskine rağmen ateş yakmış. Ve dağın zirvesine doğru hızla tırmanmaya başladım. Tam zirveye geldiğim anda duyduğum sesle tedbir amaçlı anında saklandım olduğum yerde.
"Şunu da iç güzelim. Haydi babayı dinle" diye bir erkek sesiydi. Cabir miydi bu? Yanında biri mi vardı? Kimle konuşuyordu bu adam?
"Yeter baba, artık içemiyorum" diye zayıf güçsüz bir ses geldi kulağıma. Bir kız vardı yanında anlaşılan. "Olmaz ama kızım. İçmezsen iyileşemezsin" deyince kızı umutsuz bir sesle "yapma baba. İçsem bile iyileşemeyeceğim sen de biliyorsun" deyince yavaş yavaş saklandığım yerden çıktım.
Ve etrafımı kontrol edip yanlarına doğru gitmeye başladım. Elime aldığım yaya bir ok takıp sırtı bana dönük olan adama nişanladım. Yatakta yatan kızın gözleri beni bulunca endişe dolu bir tonla "baba" dedi ve babası da merakla kızının baktığı yere baktı.
Beni görünce bayağı şaşırdı adam. Bir bana bir de geldiğim yere de yani arkamda kalan dev diyarına bakıyordu. "S-en nasıl," diyebildi sadece.
"Cabir sen misin," diye sordum sorusunu takmayarak. Adını duyunca kaşları çatıldı adamın. "Cabir mi? O kim? Benim adım Harun" deyince yayı iyice gerdim. Bu hareketimle adam kızını korumak için önüne adım atıp telaşla ellerini havaya kaldırdı ve "tamam tamam. Lanet olsun Cabir benim. Bunca yıl geçti üzerinden hala mı beni arıyor o şerefsiz it sürüsü" deyince Edam'ın İhtiyarların iksiri bilen tüm simyacıları öldürdüklerini kaçan bir kişiyi de arattıkları geldi aklıma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Orbis-Yeni Geçmiş
FantasyAilesinden ve dostlarından gücünü alan Üsteğmen'in elinden bu gücü alma vakti geldi. Bakalım Orbis'in gizemli geçmişinde ailesini bulup kurtarmayı başarabilecek mi Üsteğmen Melike Zazaoğlu. Alıntı "Bu nasıl mümkün olabilir? Orbis de güneş enerjis...