Hayat sizleri her zaman bir şekilde sınar. Herkesin sınandığı bir kişi bir olay bir hayat bile olabilir. Ama hayat biz bunları yaşarken bize fırsatlar sunar, mutlu olmanın fırsatları. Ben bu fırsatları en iyi şekilde her zaman değerlendirmeye çalışıyorum. Çalışıyordum. Güzel bir hayat güzel bir iş güzel bir belge güzel bir eş düzenli bir hayat. Herkesin istediği sadece şu Üçbaş kelime iken neden kimse şu ana kadar yapamadı ki ya da neden herkesin istediği düzenli, sade bir hayat.
"Günaydın."
"Günaydın."Ve işte yine aynı yerdeyim.
Okulda.
Farklı ama aynı olan bir okulda.
Her şeyi arkamda bırakıyorum. Ölümleri, nefesleri, zorlukları, acıları.
Yeni bir sayfa; tertemiz içinde sadece küçük bir siyah nokta var, benim ruhum. Denedim bembeyaz olmasını. Denedim her yolu ama yine de bu kahrolası dünya beni kendine hapis ediyor.
Ben Erna. Büyük kayıpların. Büyük acıların. Ardından tekrar başlıyorum yaşamaya. Tekrar çalışıyorum yaşamaya.
Bu kahrolası dünyanın bana işkence ederken olanları izlemeyeceğim. Çabalayacağım. Kendim için, Ege'm için.
Okulun girişindeki nöbetçi öğrenciye sevgiyle -içimde kalanlarla- günaydın deyip sınıfımı aramaya koyuldum.
Sınıfa girdiğimde kahkahalarla insanların mutluluğunu seyrettim. Özendim onlara. Benim de mutlu olmam gerekiyor. Mutlu olacağım.
Boş bir yere geçtim.
Ve yanımda oturan kıza selam verdim. Kız hemencecik karşılık verdi. samimiyeti kurmaya başladık. Benim aksime onun daha düzenli bir hayatı vardı. Her gün gidip geldiği okulu, her gün düzenli olarak tekrar ettiği dersler ve çok sevdiği bir sevgilisi varmış. Ben de anlatacaktım nasıl bir hayatım olduğunu. Anlatmadım. Ne dilim konuşabilirdi ne de düşüncelerim. Sadece onun gibi bir hayatım olduğunu yalnızca sevgilim olmadığını ve derslerimin de kötü olduğunu söyledim. Burcu bana derslerde yardım edebileceğini söylediğinde dünyada hala iyi insanların olduğunu düşünmeye başladım.
Bir kaç dersin ardından öğle teneffüsü olmuştu. Burcu bana okulu gezdirmişti. Okul baya büyüktü eğer tel başıma gezmeye kalksaydım kaybolabilirdim bence hahaha.
Zil tekrar çaldığında ve biz tekrar sınıfa geldiğimizde dersin boş olduğunu söylediler. Akıllı tahtadan film açıp izleyecektik. Arkadaşlar kendi aralarında bir film seçip açtılar. Daha çok romantik veya fantastik sevdiğimden içimden bu tür bir film olmasını diliyordum. Film başladığında başından anlamıştım: korku filmiydi. İzlemek istememiştim kitap okumaya başladım ancak bir türlü odaklanamıyordum kitaba. Filme odaklanmaya başladım. Biraz ilerleyince zombiler falan çıkar demiştim ama hala kapılar gıcırdıyordu.
Baya güzel gidiyordu. Ta ki..
"Yapma lütfen! Yapma!" İçimden oradan inmesi için dualar ediyordum. Korkum beni çoktandır ele geçirmişti. "Devam edemiyorum ben Erna. Üzgünüm, üzgünüm! Kahretsin çok üzgünüm! Ama lütfen sen üzülme tamam mı? Sen bana umut oldun. Sen bana hayat oldun. Sen bana yaşam oldun. Sen benim her şeyim oldun ama meleğim ben kendime ben her şeyime zarar veriyorken nefes alamam. Bunu sana yapamam." Dediği her kelime, dediği her harf beynime bir çukur gibi kazınıyordu. Acıtıyordu. Bilmiyordu ki ben onunla yaşıyorum. Bilmiyordu ki ben onsuz ben olamam.
"Bak! bana bak! Her şey düzelecek tamam mı her şey düzelecek. Buralardan çekip gideriz. Kimseye haber vermeden. Başka bir hayat. Başka bir nefes. Başka bir kapı. Başka bir okul. Başka bir ev. Başka bir ülke. Yeter ki in lütfen in.. b-ben kahroluyorum burada görmüyor musun?" Dediklerimi dinlemiyordu. Dinlemediğini görüyordum. Neden dinlemiyorsun be ege gözlüm neden inmiyorsun oradan. "Dinle beni! Dinle!" Avazım çıktığı kadar bağırdım. Dinlesin beni dinlesin o kalbi bugün durmayacak. O kalbi yarın da durmayacak. O kalp benimle beraber duracak. "Görmüyor musun? Ben seninle oldum. Ben sensiz yapamam! Ben sensiz yapamam bundan sonra. Lütfen benim için lütfen, yalvarırım sana lütfen.." kalbim durmaksızın atıyordu. Nefes sesi ta ötede ki biri bile duyabilirdi. Saçlarımı çekmekten ellerimde avuç avuç saç vardı. Dağılmışlardı. Gözlerim, kendini bir ipin içinden geçirmiş ve artık ben durmuyorum. Ben ölüyorum demişti. Tüm dünyam o sandalyeye bağlıyken onun o sandalyeden atlamasını izleyemem. Yaklaştım. İzin verdi. Yaklaştım. Yine izin verdi. Ve biraz daha yaklaştım yine izin verdi. Etrafımızda ki kalabalıkta yaklaşıyordu. Aptal insanlar ve aptal merakları. Ve yanına ulaştığımda ipi boynundan çıkartıcaktım. Çıkartıcaktım. "Bunu yaptığım için utanç duyuyorum ama vücudum kaskatı. Çıkartmama yardımcı olur musun?" Titreyen sesiyle bende ki hüznü yok etmeye yetecek sözler söylüyordu. Gözleriyle gösterdiği ipe uzanıyordum.. kalabalıktan dolayı kimse görmedi ama biri yaptı. O yapmadı. Biri yaptı. O intihar etmedi. Etmek istemedi. Çıkart dedi çıkart dedi. Çıkartacaktım çıkartacaktım. Yakışmıyordu boynuna o ip. Sandalyenin saniyelerde yere düşüşü ve nefesinin kesilmesi, nefesimin kesilmesi bir oldu. Acım ses tellerime vurmuştu. Gözlerim donuk bir şekilde cırladım. Kalabalık uzaklaşmıştı. Neden ki yani aptal insanlar sadece dedikodu? Olabildiğince hızlı bir şekilde ipi boynunda çıkarmaya çalışıyordum. Çalışıyordum. Biri yardıma geldi. İndirdik ama çoktan geç olduğunu görmüştük. Sadece ben kabullenmek istemiyordum. Kucağıma yatırdım ve ilk yardım yapmaya çalışıyordum. İnsanlar baktılar. İnsanlar şaşırdılar. İnsanlar onu benim kucağımdan almaya çalıştılar. Ama alamazlardı. Biliyordum alsalar bir daha vermeyeceklerdi. Yeşil araç.. olmaz ölmedi ölmedi o ölmedi. Ben nefes alıyorum. Onun da ölmemesi gerekiyor. Nefes alması gerekiyordu. Çok adaletsiz. Çok adaletsiz bir dünya. "Ambulans..ambulans çağırın!" Bağırdım. Sadece baktılar. "Ne duruyorsunuz ya! Ambulans çağırın. Çağırın diyorum!" Oradan birinin elinde bulduğum telefona uzandım hemencecik. Ambulansı aradım. "Yardım edin! Yardım edin! Ölüyor o..ölüyor! Kimse yardım etmiyor! Cadde karşısı. Çabuk olun. Fazla zamanı yok onun. Dayanamaz." Ambulans gelene kadar soğuk zemine oturmuş kucağımda Ege gözlümün gözlerini açmasını bekliyordum. Umut insanı çok güzel kandırıyordu. "Geç kalıcaksın uyan artık." Dediğimi duymazdan gelip "hayır sen bugün okula gitmeyeceksen benim de gitmemin bir anlamı yok." Onu uyandırabilmek için hasta hasta sabahın köründe uyanıp aramıştım onu ama o hala bensiz gitmeyeceğini söylüyordu. "Hadi bak senin için kalktım bu saatte." Israrımı muzip bulmuş gibi hmm dediğini duyabildim ve ardından bir anlaşma... "pekala bir şartım var." Diye başladı. "Öhöm öhöm, eğer beni kucağına yatırırsan olur. Ama eğer o kucağına yatmazsam gitmem okula." Kucağıma yatmasına izin vermeyecektim tabiki ha ha ha "tamam git okula sen dönüşte gel kucağıma yat." Kandıracağımı anlayacak kadar Zeki olduğundan, "olmaz öyle kandırma ihtimalin var. Bu yüzden şöyle bir şey var. Uyanıp yanına geleceğim." Uyansında gitsin de "tamam gel." Dedim. Elbette kucağıma yatamazdı. Bunun anlamını eğer bilseydi ısrar etmezdi ama bilmemesi daha iyi. Kapı çaldığında annem uyanmasın diye koşa koşa kapıyı açtım. Üzerimde olan battaniye, elimde tuttuğum peçete ve dağılmış saçlarımla karşısında çok komik göründüğümü biliyordum. Ama o daha komikti. Evden hızlı çıktığı her halinden belliydi. Pantolonunun düğmeleri açık, ayakkabılar terlik görevi görüyor, üniforması bir kolu giyilmişti, çantası elinde sallanıyordu. "Hadi gel be başımın belası." Kısık sesime kaşlarını çatmıştı. Biraz geçtikten sonra koltuğa yerleşti. Çantasından iki plastik bardak çıkardı. Ve orta boy bir termos. Bardaklara, termosun içindeki sıcak çikolatadan döktü çok güzel kokuyordu.
"Deseydin ben yapardım sen gelene kadar. Bir daha bu kadar yük getirdin yanında."
"Yorulma diye meleğim. Hasta hasta sana iş yaptıramazdım."
Elime sıcak çikolatayı alıp koltuğa yaslandım o da tam kucağıma uzanıcakken omzuma getirttim kafasını. Sırıttı ama memnundu yine de halinden. Aradan yarım saat falan geçtiğinde ikimizinde uyuyakaldığını fark ettim ve dersinin on dakika sonra başlayacağını. "Her şeyim kalk hadi. Geç kalıcaksın." Ne kadar dürtsemde kalkmadı. Alnından yavaşça öptüm.
"Sen beni anlımdan böyle öpersen ama bende uyku falan kalmaz."
Sırıttım.
"O zaman her zaman alnından öpeyim."
"O zaman her zaman alnımdan öp"
Dudaklarım alnına yapışmış umut dileniyordu.
"O zaman her zaman alnından öpeyim. Uyanırsın dimi?" Cevap vermesini bekledim. Vermedi."Erna!" Beynim uyuşmuştu. Anılar tek tek hançerleriyle kalbimden vuruyordu. Anılar durmuyordu. Bir sürü anımız vardı.
"İyi misin?" Filmde; kendini ipin ellerine bırakmış olan kadın ve karşısında umutsuzca duran çocuğu. Nefes alamıyordum. Boğazımı saran eller daha da sıkıyordu. Bacaklarım durmaksızın koşuyordu. Nereye koşuyordular? Köşede duvar kenara sindim. Nefes almaya çalıştım. Ama başaramıyordum. Önümde duran silüet, "nefes al." Nefes aldım. "Nefes ver." Nefes verdim. "Nefes al." Nefes aldım. "Nefes ver." Verdim. "Nefes al." Alamadım. "A-alamıyorum." Bedenim düşüyordu. Kim olduğunu bilmediğim silüet beni omuzlarımdan tekrar duvara doğru yasladı. "Benimle kal, sakin ol. Sadece dediklerimi yap; nefes al, nefes ver." Sadece dediklerini yapacaktım. Tekrarladım; nefes al..nefes ver.. nefes alış verişimi düzene sokabilmiştim. "Hadi gel, hastaneye götürelim seni." Gözlerim yorgundu. Dilimi konuşmak için oynatmak istesem de fısıltımı duymuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aster
ChickLitHerkesin ardında sakladığı bir sır vardı.. herkesin ardında sakladığı acılar vardı.. herkesin geride bıraktığı bir hayatı vardı.. Erna, yaşadıklarını geçmişte bırakmayı kafaya koymuştu ancak gözünden kaçan bir nokta vardı. Kader onu onunla baş başa...