Medya: Caroline Forest
Şarkı önerisii♡
Cia- Big Girls CryKeyifli okumalar 💕
"Ignis Krallığını mı yoksa sevgili prensleri Evan'ı mı bırakamazsın Kraliçe!"
Duyduğum sesle hızla arkama döndüm.
Gülümseyerek bana doğru yaklaşan Caroline'a şaşkınca baktım.
"Ne işin var senin burada?!"
"Duydum ki Krallığı bir savaşın içine sokmak niyetindeymişsin hem de aptalca bir aşk uğruna."
"Seni ilgilendirmez git buradan!"
Komutanlar ve konsey şaşkınca bize bakarken Caroline gülümsemeye devam ediyordu.
"Biraz ayıp oluyor ama kardeşim. Uzun yoldan geldim çok yorgunum. Beni böyle mi karşılıyorsun?"
"Prenses Caroline hoş geldiniz. Buyurun oturun lütfen."
Hızla başımı Komutan Finn'e çevirdim. "Prenses mi! Ne prensesinden bahsediyorsun sen? O bir cadı değil, dolayısıyla prenses de değil!"
"Özür dilerim Kraliçem. Ablanıza eskiden prenses denmesini isterdiniz." dedi Komutan Finn.
"Çık dışarı! Hemen. Hepiniz. Çıkın!" diye bağırdım.
Caroline cadı değildi sıradan bir elementumdu. Tamam sıradan da değildi. Benim dışımda dört elementi kullanabilen tek elementumdu.
Caroline babamın ilk eşinden olan kızıydı ve benden üç yaş büyüktü. Annesi Lisa, Caroline bir yaşındayken ölmüş, bir yıl sonra babam annemle evlenmişti.
Caroline kendimi bildim bileli yanımdaydı. Ta ki yedi ay önce, ortadan kaybolana dek.
Ailemizin bir buçuk yıl yasını tutmuş, kendimizi hazır hissedince taç giyme törenini duyurmuştuk. O gece herkes tören için saraydaydı.
Caroline dışında herkes.
Birdenbire çekip gitmişti. Töreni iptal edip onu her yerde aramıştım. Beş diyarda bakmadığımız yer kalmamıştı.
Beni tüm bu acının ve sorumlulukların içinde yalnız bırakmıştı, ve şimdi hiçbir şey olmadan geri dönebileceğini sanıyordu.
Konsey ve komutanlar hızla odayı terk ederken, Caroline masaya doğru ilerleyip bir sandalyeye oturdu. Karşısındaki sandalyeye oturup kollarımı birbirine bağladım ve "Hemen buradan gideceksin." dedim.
Caroline derin bir nefes aldı. "Gidemem. Gidecek bir yerim yok."
"Ne demek gidemem? Yedi aydır neredeysen oraya git."
"Anlamıyorsun Dora. Oraya tekrar dönemem. Zor kaçtım." dedikten sonra ağlamaya başlamıştı. Sağ elini karnına bastırırken hıçkırıklarını tutmaya çalışıyordu.
"Nereden? Nereden kaçtın Caroline? Düzgünce anlat şunu. Ayrıca kes ağlamayı sinirlerimi bozuyorsun." derken sağ elimi hafifçe salladım ve masanın üstündeki peçeteler Caroline'a doğru uçup gözyaşlarını sildi. Caroline şaşkınca peçetelere baktı ve sonra hafifçe gülümsedi.
"Her şeyi büyünle halledemezsin kardeşim. Bazen bir şeyleri bizzat yapman gerekir."
"Gözyaşlarını silmemi mi bekliyorsun? İstersen yanına oturayım da omzumda ağla. Ne dersin?" dedim alayla.
Caroline suratını asıp, "Hiç fena olmazdı." diye homurdandı. Elleriyle saçlarını geriye attı ve "Arren Krallığından kaçtım." dedi.
"Sen bunca zamandır orada mıydın?" diye şaşkınlıkla bağırdım.
Caroline sessizce başını salladı.
"Nasıl? Nasıl hayatta kaldın? Elementum olduğunu anlamadılar mı? Ya da prenses olduğunu?"
Başını kaldırarak bana baktı ve "Prenses değildim ben hani?" dedi gülümseyerek.
Çenemi hafifçe havaya kaldırdım ve "Değilsin zaten. Ama konumuz bu değil. Arren Krallığına giren hiç kimse geri dönmedi," dedim. "En azından canlı olarak."
"Bana yardım eden birisi vardı." dedi gözlerini kaçırarak.
Arren Krallığı yüz yıl önceki büyük savaşta bize ihanet eden cadıların yaşadığı bölgeydi. Kral Richard Arren, Celestia Krallığının savaşta olmasından yararlanmış ve isyan çıkarmıştı.
Kara büyü yapabilen cadılar onun tarafını tutmuş, özgürce kara büyü kullanabilmek istemişlerdi.
Soydan gelen bir özellik olan kara büyü, kraliyet ailesinin dışında halkın küçük bir kısmında vardı ve bu da halkın geri kalanını rahatsız ediyordu. Çünkü cadılar gücünü doğadan alırdı. Eğer bir cadı gücünü doğaya veya bir canlıya zarar vermek için kullanırsa yani kara büyü yaparsa, doğa onu cezalandırırdı. Yapılan büyü karşı tarafa ne kadar zarar verirse, büyüyü yapan kişi de o kadar zarar görürdü.
Fakat kara büyü yaparken bedel ödemek zorunda olmayan cadılar da vardı. Benim gibi. Halkı rahatsız eden de buydu. Yapabileceklerimizin sınırının olmaması. Biz gücümüzü doğadan değil, atalarımızdan alırdık. Her ölen cadının güçleri soyundaki cadılara geçerdi.
Asırlar önce atalarımız büyük bir fedakarlık yapmış ve güçlerini büyük annem Sarah'a geçirebilmek için hayatlarından vazgeçmişlerdi. Sarah bu güçle ikizini öldürmüş ve tahta geçmişti. O günden itibaren Celestia ilk kez bir kadının yönetimine girmişti.
Sarah'ın ikiz kardeşi Adam, Celestia'yı satmayı kafaya koymuş ve Quod Krallığına teklif götürmüştü. Kral ile anlaşmış ve toprakları satmıştı. Sarah ise bunu öğrendiğinde konseyden yardım alarak ve atalarının fedakarlığıyla kardeşi Adam'ı alt etmişti.
Sarah gelmiş geçmiş en güçlü cadılardan biriydi. O öldükten sonra güçleri kızına, yani anneme, geçmişti. Ondan da bana. Soyumuzun tüm güçleri, benden başka yaşayan cadı akrabam olmadığı için bana geçmişti. Babamın dört element kullanabilme özelliğine ben de sahip olduğumdan, Celestia tarihteki en güçlü dönemini benimle yaşıyordu.
Caroline ayağa kalkıp pencerenin kenarına doğru ilerlerken ben de peşinden ayaklandım.
"Kim seni korudu? Orada kara büyü yapamayan cadılar bile barınamıyor. Bir elementuma kim yardım eder?" diye sordum.
"Lucas" diye mırıldandı.
"Hangi Lucas?"
"Kaç tane Lucas tanıyorsun Dora? Lucas Arren." diye mırıldandı.
"O şeytan seni neden korusun ki?" dedim sinirle.
"Şeytan mı? Lucas'ı daha önce hiç gördün mü Dora? Onunla konuştun mu? Tanıyor musun onu?" diye hızlıca konuşurken benden uzaklaşıp masaya doğru ilerledi.
"Hayır tabii ki ne saçmalıyorsun? Onlar hain Caroline. Krallığımıza ihanet ettiler. Tanısam, konuşsam ne değişecek?"
"O zaman nasıl ona şeytan diyebiliyorsun? Lucas, babası gibi değil Dora. O bana yardım etti. Sakladı beni. Lucas olmasaydı şimdiye ölmüş olurdum."
"Eğer oraya gitmeseydin bunlara gerek kalmazdı. Neden gittin? Neden dönmedin iki yıldır?"
"Gel oturalım. Her şeyi anlatacağım sana." deyip sandalyesine oturdu.
Yorum yapmayı ve yıldıza basmayı unutmayın💕
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Celestia
خيال (فانتازيا)...Fakat kara büyü yaparken bedel ödemek zorunda olmayan cadılar da vardı. Benim gibi. Halkı rahatsız eden de buydu. Yapabileceklerimizin sınırının olmaması. Biz gücümüzü doğadan değil, atalarımızdan alırdık...