İmam ( V )

65 1 0
                                    

Gündemde pek yer etmedi olay, gündem haylice Irak'la meşguldu. Jandarma olay yerine mühür vurup aldı götürdü 3 cesedi beraberinde, otopsi yaptılar, incelediler derken 4-5 gün sonra haber geldi köye gariplerin kimsesi yoktu, muhtarla, imam araca atladı ve vilayetin yolunu tuttu. 3 cenaze arabası peşlerinde geldiler köye geri, imam kıldırdı üçünün namazını ardından köyün mezarlığına, o sonsuz sessizliğin içine bırakıp geldiler. Artık onlarda köyün suskunlarından olmuşlardı, onlarda imamı huzursuz gözlerle takip edecekti. Köye bir kaç gün kadar gazeteci akımı yaşandı ama pek bir şey bulamayıp geri döndüler, köylü içine çekilmişti, geveze köy kadınları dahi susmuştu bu olay hakkında. Jandarma ara ara köye geliyor bir kaç sorgulama yapıyor, bazen köyün dışında bir kaç arama yapıyor geri dönüyorlardı. Cinayet Bürosuna bağlı polisler davayı devir almayıp geri dönmüşlerdi, bir yardımları dokunmayacaktı dediklerine göre bu işi jandarma pek'ala halledebilirdi. Jandarma bu iş için özel bir ekip atamıştı sözde ama ne kadar uzak oldukları aşikardı mevzuya. Yarı kafayı yemiş köyün yaşlılarını boş boş sorgulamış bir arpa boyu yol alamamışlardı. Caminin avlusunda kendince olayı çözmeye çalışan polis memuru köyden ayrılmadan önce son bir kez daha gelmişti kendisinin yanına, tartışmalarının rövanşını almak istercesine.

Polis memuru, hoşnutsuz bir gülümseme ile imama bakmış, son nefesini aldığı sigarasını yere atarken, "Hoca, bir sürü cinayet gördüm, her seferinde kendime dedim ki, 'bunu bir insan yapmış olamaz, bir insan nasıl yapabilir bunu?' ancak hepsi insan evladının eseriydi. Bizden başka canavar yok bu dünyada hoca. Bizden başka canavar yok. " demişti. Belki haklıydı bir nokta da, imam bu adamın diğerlerinden farklı olarak işi çözme isteğine hayran kalmamış değildi ama gözünde ki tükenmişliği görmesi uzun sürmemişti, bir zamanlar kendisinin gözlerine de çökmüş olan o duyguyu iyi bilirdi. Kaybetmiş bir adamı görmüştü ona baktığında, yaşanmışlıkların bıraktığı her bir iz sanki yüzüne işlenmişti.

Yıllar önce ilk geldiğinde köye caminin kullanılmayan bir odasını tahsis etmişlerdi kendisine, bir ev ayarlanabileceğini söylemişlerdi ama imam evin bakımının altından kalkamayacağını düşünmüş odayı almıştı, üşengeç bir adam sayılmazdı ancak kafası pek basmazdıi yemeğe temizliğe şimdi ki tek göz odasından memnundu, ufak ahşap kapısından çıktığında hemen mihraba 5-10 adımda ulaşıyordu bundan yakın olabilir miydi işine?

Akşam namazı yaklaşıyordu imam satine baktığında. Köylü artık evinden pek çıkamıyordu bazı köyün yaşlılarını da çocukları gelip götürmüştü. Köyün nüfusu 50-60 kişi kadar ya vardı ya yoktu artık. Cemaat artık 4 kişiydi. Bir tane çalışma masası, tek kişilik yatak, ufak bir soba, duvara yaslanmış boydan boya kitaplarla dolu bir ahşap kitaplık, yanında bir kıyafet dolabı, köşede mini bir buzdolabı. Tek bir camı vardı çalışma masasının yukarısında kalan, imam geldiğinde ahşaptı sonrasında muhtar yeniletmişti. Boş zamanı çoktu; yazardı, okurdu. Yapacak bir şeyi yoktu genç imamın, bazen ilçeye iner alışverişini yapardı.

Sobanın odunu zayıflamıştı odaya akşam soğuğu ağır ağır nüfuz ediyordu, namazdan sonra tazeleyecekti. Muhtar sağ olsun yakacağını getirirdi sürekli, yemeği de eksik olmazdı ama bu sıralar aksamıştı neyse ki caminin avlusunda ki ufak depolardan birini mutfak olarak ayarlamıştı. Tulum peyniri, domates, zeytin, tavaya 3 yumurta kırar akşam yemeğini yerdi.

***

İmam genelde sabah namazına kadar uyumaz, namazı kıldırır ardından öğle namazına kadar uyurdu. Köy sessizliğe gömülmüştü, saat akşam 10'u bulmadan bir bir ışıklar söner bir kaç sokak lambasının ışığı kalırdı. Daktilosunun başına geçti, İlçe Müftülüğünden almıştı bunu, geceleri odasının sessizliğini bozardı bununla. Sobanın üstünde demlediği çayın kokusu yayılmıştı odaya, bardağı boş kalmazdı, yazaken çayını eksik etmezdi. Deneme çizgisinde ilerleyen yazılarını hiç bir yerde yayınlamazdı, yazmak için yazıyor gibiydi daha çok. Masada ki telefonu titreyerek çalınca bir an irkildi imam. Numaraya bir süre baktı, tanımıyordu. Kulağına götürdü, "Alo?" dedi, saat neredeyse gece yarısına vurmak üzereydi. "Muzaffer beyle mi görüşüyorum?" dedi ahizede ki ses, uykulu bir sesti. "Evet. Buyrun." diyebildi imam merakla. "Kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettim. Ben Cinayet'ten Fırat Çağlar, tanışmıştık." imam sesinden dahi anlamıştı aslında ilk başta. "Evet, evet buyrun." derken buldu kendisini. "Sizinle görüşmem gerekiyor olayla ilgili, ben bir süredir vilayetteyim, raporları inceliyordum ki, bir hikaye dikkatimi çekti. Yarın müsaitseniz ziyaretinize geleceğim." dedi ahizede ki ses. Bu işin peşine düşmek de ısrarcı olduğu aşikardı ancak imama göre yanlış noktaya bakıyordu. "Buyrun beklerim." diyebildi, tekrar özür dileyip, hayırlı geceler diledikten sonra kapandı telefon. Bahçeden bir çıtırtı duydu sonrasında bir kaç ses daha elinde telefon düşünceyle boş duvara bakarken. Köyün başı boş köpekleri bazen dalardı bahçeye, bazen de çobanların malları. Paltosunu giyip camiden geçerek avluya çıktı. Rüzgar sertti, karanlık avluda biraz bakındı, dolunayın ışığı düşüyordu yere. Arka avluya doğru yürüdü ki depo olarak kullanılan ufak kulübenin zayıf ampülü biraz görüş sağlıyordu ağacın gölgesine. Bir karaltı dikiliyordu, imam sessiz adımlarla yürüdü bir süre sonra rahatladı eşeğin biri kaçmıştı avluya. Yeri eşeliyordu arkası dönük. Yerden aldığı ufak taşı attı hayvanın kalçasından sekip yere düştü. İmam hayvana yakkaştı çıkartması gerekiyordu avludan ki aralarında 3-4 adım kala eşek daha belirgindi, gri renkli hafif çökmüş bir eşekti ansızın koşmaya başladı, karanlıkta kayboldu. Gittiği yer caminin uzunca çamlarla örülü avlusuydu, imam gitmeye cesaret edemedi peşinden. Karanlıktan hiçbir şey göremiyordu zaten, geri dönmeye karar verdi, bir patika çıkışı vardı avludan orada, mezarlığa gidiyordu 5 dakika da. Tüyleri ürperdi bir anda düşününce, yeni gömülmüş üç beden aklına geldi toprak sarmıştı soğuk elleriyle çoktan onları. Ağır ağır kemirecekti bedenlerini, sımsıkı sardıkları kefen beki korurdu onları soğuktan. İmam bu düşüncesini saçma buldu, caminin kapısını kilitleyip tekrar odasına geri döndü. Ne kitaplarını okuyabildi ne de yazabildi, düşüncelerle odasında volta attı, yatağına uzandı kalktı tekrar volta attı. Merkezi sistemden otomatik okunurken ezan, saatin farkına bile varmamıştı.  Caminin ışıklarını açtı önce sonra da kilidini açtı yalnız kılacağına dair bir his vardı içinde. Öyle de oldu, kimse gelmedi namazını kıldı tek başına, kapıya kilit atmak için gitti kapıya -ki avluya girişte eşeğin dikildiğini fark etti.- Kendisine doğru bakıyordu şimdi aynı eşekti. Kalbi hızla göğsüne çarpıyordu şimdi nefesi sıklaştı, soğuk havada buhar oldu yükseldi gökyüzüne, "Mezmum efendi..." diye fısıldadı kendisini avluda bulmuştu, hızla eşeğe doğru yürüyordu ki eşek sırtını dönüp uzaklaşmaya başladı. Takip etti hayvanı, hiç de sormadı neden yaptığını böylesine garip bir şeyi. 

Burak Arslan 10.03.2015 İZMİR

Anadolu'dan Kasvetli ManzaralarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin