İmam ( I )

255 6 3
                                    

Karların eriyişi geç kalmıştı, kış uzun ve sert geçmişti Ece'de. Hala dağların tepelerinde yer yer karlar inatla direniyordu. Aylardan Mart idi. Nüfusu şimdilerde 100'ü bile bulmayan köyün çoğunluğu eski yıkık kerpiç evler ile doluydu. Genç nüfusun çoğunluğu göç etmiş, köy yaşlıların eline kalmıştı. Köyün 3 senelik imamı Muzaffer Bey, soğuktan sertleşmiş çamurlu patikadan mezarlığa doğru gidiyordu. Güneş yüzünü göstermekten acizdi, rüzgar ayazla birlikte dağlardan esiyordu ara ara. Genç imam, kalın paltosuna sımsıkı sarılmış adımlarına dikkat eder şekilde mezarlığın beton bloklardan oluşan duvarına ulaştı. Bir zamanlar bu mezarlığa kapılık ettiği anlaşılan bir kaç küflü metal kapı vardı kenarda. Öylece dayanmıştı bloklara, ölülerle aynı kaderi paylaşıyorlardı, bir kenara atılmış ve çürüyorlardı. Mezarlık unutulmuş bir sürü beden ile doluydu, kemikle. Mezarlığın sessizliğini dinledi bir süre, duasını etti mezarlığa karşı. Ardından Yeni yapılmış olan çeşmenin başına geldi. Köyün çoğunluğu zamanında Almanya'ya göç etmiş işçilerden oluşuyordu. Bu çeşme de o zatlardan birinin hayratı olarak dikilmişti. Babasını buraya gömdükten sonra oğlu, hafif nemli gözleri ile genç imama bakmış, yıkık dökük eski çeşmenin yerine babasının ismine yakışır bir çeşme yaptırmayı önermişti. Yüklü bir para bırakmış, üstünü de caminin tahkimatında kullanılmasını tembihlemiş, Antalya'ya gazladığı lüks aracıyla bir daha da gelmemişti babasının yanına. Belki annesini gömmeye geri gelir, kim bilir diye düşünmüştü imam. Çeşme kışı atlatamamış borusu patlamıştı, bir kaç yeri aramıştı imam ancak yollar sıkıntılı olduğu için gelmeye tenezzül etmemişti kimse. Tepede ki baz istasyonu sık sık arızalanıyordu, gene telefonu çekmiyordu. Muhtarı çağıracaktı, o tamir işlerinden anlıyordu ama yatmıştı iş. Biraz oyalandı çeşmenin başında, toprağa gömülü kapağı açıp vanayı kontrol etti ancak anlamadığına kanaat getirdi. Derin bir nefes çekti içine, soğuk sertleşiyordu ikindi vakti de yaklaşıyordu. 7 kişilik cemaati ile namazını kılacaktı. Mezarlığın sessizliği ürpertti onu ansızın, şaşırdı buna hislerine güvenirdi her zaman. Gitmesi gerektiğini hissetti, buraya gömülen son 9 bedeni o yıkamış, kefenlemişti. Dualarını okumuştu, ailelerini teselli etmişti. Bazılarının daha mermeri yapılmamıştı oturması bekleniyordu, hemen seçmişti onca beyaz silüetin arasında yeni gömdüklerini.
 Gömülenlerin hepsi, yalnızlığa terk edilmiş yaşlılardı. Muhtar zar zor ulaşır, annelerinin veya babalarının vefat ettiğini söyler, bir kaç süslü kelime eder onlarda bekletin annemi geliyorum, bekletin babamı onu son kez göreceğim der, iş çıkarırlardı. Ölüyü bekletmek hep sıkıntıydı, 2-3 gün bekledikleri olurdu bazen, kış aylarında sıkıntı değildi gene ancak yaz aylarına denk geldiğinde bazen dayanamaz gömmek zorunda kalırlardı. İmam daha 30 yaşına yeni basmış, ne evli, ne de nişanlıydı. Bu ufacık köye atanmış öylece geçirip gidiyordu günlerini. Yıllar geçtikçe köyün kasvetli havası ruhunu karartmıştı pek yaşıtının daha doğrusu hoş muhabbet edebileceği kimsenin olmayışı ile içine kapanmıştı. Köyde ki yaşanmışlıkların verdiği kötü bir hava vardı. Buraya ilk geldiğinde anlamıştı. Köyün yerlileri ile muhabbet ettikçe bu huzursuzluğu artmıştı. Dağlarında pek çobanlar gezinmezdi, belki batıl inançtı bir noktada imama göre ama bu dağlarda yaşayan bir toplulukları vardı rivayetlere göre afiyette olsunların. Burayı en başından beri sevmemişti belki de bu bütün şeylerden dolayı, yalnız bir başına, her şeyden uzak, dostlarının mutluluklarını dinlemekle geçip gidiyordu günleri. Görev süresi dolmak üzereydi, son 5 ayı idi. Mezarlıktan hızlı adımlarla çıktı, sırtında gezinen ürperme onu hızlandırdı. Sanki ölüler onun varlığından rahatsız olmuş artık gitmesini istiyor gibi huzursuz bakışlarını ona dikmişlerdi. Rahatsız etmemek gerekirdi bilirdi bunu. Patikadan elleri cebinde paltosunun yakasına gömülü başı ile hızla tırmandı köye doğru.

Köyün girişinde ki büyük kerpiç evin yıkıntıları karşıladı onu, ahşap bloklardan biri yola doğru meyil etmişti, kaldırmak gerek zorluk çıkarır diye düşündü muhtar ile konuşacaktı. Köy bir tepeye kurulmuştu, yokuştu genellikle yolları. Köyün ufak meydanına doğru tırmanıyordu, bir kaç evin bacasından sönük sönük dumanlar çıkıyor köyü kömür kokusuna boğmaya yetiyordu. Bir çığlık duydu, yakın olmalı diye düşündü. Hızlandırdı adımlarını, bir zamanlar atılmış olan asfalt kimi yerde çökmüş, kimi yerde çamurla dolmuş yürümeyi zorlaştırıyordu. Bir kadının çığlığıydı duyduğu. Camisinin minaresini gördü önce ardından camisini. Caminin hemen karşısında ki evin önünde 2-3 kişi gördü, adımları daha da hızlandı. Koşuyordu artık, ağlayan bir kadın gördü, sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Hacı Rıza'yı gördü, cemaatin sadık üyelerinden kutu gibi evinde yaşayan eski Almancılarından idi köyün.
"Hacı Amca! Allah aşkına ne oluyor?" dedi imam. Kadına yaklaştı,bir şeyler sayıklıyordu belli belirsiz.
"Hoca. Kızcağız içeride bir şeyler görmüş de... Anlamadık ki bizde."
"Girip neden bakmıyorsunuz?" dedi ki başka bir köylü atladı. "Hocam, dul Naciye'nin evi. Bi' siz bakın istersen. Biz şey yapamadık işte. "
"Hocam!" diye atladı köyün en yaşlılarından Hacı Hüseyin, 90 yaşını geçtiğini biliyordu imam. Kollarına yapışmış korkan gözlerle kendisine bakıyordu. "Bu Naciye kızımızda vardın bir gariplikler ben şüphelendiydim hocam. Vardı bir gariplik. Vallahin demiştim cemaate..."  Bir kasvet vardı seziyordu imamda, bu evi her gün camından baktığında görebiliyordu perdeleri kapalı olurdu çoğunlukla, en geç 10'da ışıkları kapanırdı, bir gariplik sezmemişti aslında. 3 senedir bulunduğu bu köyde kendisini hiç rahatsız etmemişlerdi ama bir kaç evin huzursuz olduğunu biliyordu. Önünden geçmeye çekinirdi, köylüler de öyle. Evlerin çoğu muskalarla doluydu bu yüzden. Muskasının boynunda olduğundan emin olmak istercesine elini boynuna götürdü, oradaydı. Ayırmazdı asla yanından, içi rahatladı... 

Gözlerini kapıya dikti, evin kapısı yüksekte kalıyor, 5 basamaklı beton merdivenden giriliyordu, köyün çoğunluğu gibi tek katlı bir evdi. Yer yer soyulmuş mavi demir kapı sımsıkı kapalıydı. Duasını okudu, kapıyı hafifçe iteledi. Bir kaç kişi daha gelmişti, yeni yeni. Arkasından bir şeyler söylendi ama dinlemedi, kapının kolunu çevirdi, soğuk metal zorlanarak içeride ki kapının dilini içeri çekti ve kapı serbest kaldı. Tok bir demir sesi çıkmıştı bu sırada. Havanın kapalı olmasından ötürü içerisi oldukça loştu, lambaları açmak için düğmeyi aradı bir süre bulması uzun sürmedi, yağlı boyanın kapladığı düğmeye bastı ancak ışıklar yanmadı. Ampulün söküldüğünü fark etti. Eve garip bir koku çökmüştü. Direk salona giriliyordu sokak kapısından, karşı da, sağda ve solda birer tane kapı vardı, hepsi bir odaya açılıyordu. Salonda bir kaç siyah beyaz resim asılıydı, eski bir televizyon geniş hasır kanepenin önüne yerleştirilmişti. Duvar halısıyla birlikte diğer köy hanelerinden pekte farkı yoktu. İlk sağda ki kapıya gitti, mutfaktı burası, yığılmış bulaşıklar dışında bir sıkıntı yoktu. Burada yaşayan kadını tanıyordu imam, orta yaşlarında kocası trafik kazasında 5-6 sene önce vefat etmiş, iki kızlı bir bayandı. kızlarından biri 16-17, diğeri de 9-10 yaşlarında idi. İkisi de ilçeye okumaya gidiyordu her gün, kışları hep aksıyordu okulları bu yüzden, İmam orada bir yurt ayarlayabileceğini söylemişti ama kadın yanaşmamıştı. Kadına da fazla samimiyet göstermekten çekinmiş köy yerinin lafına maruz kalmak istememişti. Kadının bazen sokaktan geçerken kendisini perdeden gizli gizli izlediğini fark etmemiş değildi. 

 Salon oldukça uzundu, karşı odaya geçti kapı yarısına kadar aralıktı. O ilginç kokunun buradan geldiğine emin oldu, bismillah çekti kapıyı itekledi ve boyu boyuna açıldı kapı gıcırtıyla. Genç imam, odadan gelen kötü havayı ciğerlerinde hissetti. Manzarayı idrak etmeye çalışıyordu, Kasığından boynuna kadar boylu boyuna yarılmış, iç organları dökülmüş bedeni, gözleri seçmekte zorlanmıştı. Oda da birden fazla beden vardı, hayvan leşleri, duvarlara yazılmış yazılar, sönmüş mumlar ve gözleri faltaşı gibi açıldı gördüğü şey... Hayır demişti hayır. Aklına ne duaları geliyordu, ne de yardım çağırmak, durmuştu zihni. Bedeni kitlenmişti sanki, bedenini sımsıkı yakalamış gibiydiler, omuzlarından bastırıyor, ayaklarından kavrıyorlardı bir an için istemsizce sokak kapısından kendisini izleyen meraklı gözlere döndü. Midesinden yukarıya tırmanan son öğününü hissetti. Tarhananın ekşimsi tadı canlandı boğazında, halıya çöktü. Nefesi kesilmişti, kalbi delicesine atıyordu. Köy muhtarı içeriye dalmıştı, diğer köylüler hala giremiyordu. İmamın yanında bir süre durup hemen odanın kapısına uzandı bir bakış attı içeriye, imam kadar dayanamamıştı tepkisi daha şiddetli oldu. "Bismillahirrahmanirrahim!" çığlıkları ile kapıyı sertçe çekip kapattı.
"Jandarmayı arayın! Jandarmayı! " diye bağırıyordu muhtar, sokak kapısından çıkarken. İmama kimse yardım da bulunmadı. En sonunda iki kişi koluna girmiş onu dışarıya çıkarıyordu, bunu soğuk hava yüzüne çarptığında anladı, bilinci yerinde değildi. Kasveti boğmuş, ter içinde bırakmıştı onu dakikalar içerisinde evin. İnsan her şeyi belirli bir mantık sınırında açıklayabilirdi, genç imamın ne zihni ne de bedeni kaldırmıştı gördüklerini.

Koluna girmiş çeşme de elini yüzünü yıkarlarken kendine geldi, önce kurtuldu insanlardan köy meydanında ki koca çınarın dibine koştu, öğüre öğüre kustu.



Burak Arslan 17.2.2015 İZMİR

Anadolu'dan Kasvetli ManzaralarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin