Polis ( VII )

94 2 4
                                    

Yeni atıldığı belli olan odunlar çıtırdayarak yanıyordu, bazen araya serpiştirilmiş kozalaklardan birisi patlıyor sobanın demirinde ufak bir tınlama çıkarıyordu. Duvarlara asılmış siyah-beyaz resimler, mutsuz yüzlerle doluydu, aile resimleriydi belli ki artık hepsi ölmüş yüzlerdi. Oda da ufak bir televizyon vardı, sesi kısılmış şekilde bir haber kanalı açılmıştı. Irak'ta ki savaştan görüntüler ekrandaydı, Saddam Hüseyin'in hala arandığına dair bir ahber geldi sonrasında, ardından da yaza hazırlık için diyet ile ilgili bir haber çıktı. Ellerini çayının etrafında kavuşturmuş olan muhtar kafası eğik, biraz mahcup bir eda takınmıştı Fırat Çağlar'a. Arada gözü televizyona kayıyor tekrar polis memuruna dönüyordu. 

"Arayabilir miyiz tekrar? Bende numarası var daha önce ulaştım ama bir de siz ararsanız Muhtar Bey." dedi Fırat Çağlar, imamı bulamamışlardı akşam olmak üzereydi ama ne telefonlara çıkıyordu ne de gören vardı. Her yerini aramışlardı köyün, sabah namazına giden olmadığı için en son onu cemaat yatsı da görmüştü. Fırat'ın şüpheleri kabarıyordu imama karşı, soğuk ifadeleri, tepkisiz halleri onu hep bir nokta da şüphe ettirmişti. Ani kayboluşu onu daha da düşündürdü. Korkak bir ifadeyle iki büklüm oturan muhtarla baş başa kalmıştı. Adam ilk gün ki gibi değildi, biraz hoşnutsuz bir havadaydı. Demli bir çay ikram edilmişti, ilk gün yanlarında olan savcının etkisi vardı belli ki.

"Arıyoz memur bey de, yok ki adam. Bir daha arayalım..." Telefonu kulağına götürdü muhtar, sigaradan sarardığı belli olan uzunca bıyıklarını sıvazladı beklerken hattın düşmesini. Telefonun açılmayacağından neredeyse emin bir vaziyette iken ahizeden yükselen "Alo!" sesi Fırat Çağlar'ı koltuğundan kaldırdı. "Alo Muzaffer Hoca! Duyuyon mu beni! Alo! İyi misin Muzaffer Hoca?" diye yükseldi muhtarın sesi, heyecanla o da kalkmıştı ayağa, Fırat emin olmuştu ki imam seviliyordu. "İyiyim muhtar, komşu köydeyim. Sazak'tayım." Muhtar eliyle telefonun mikrofon kısmını kapattı, ağzının içinden "Komşu köydeyim deyo, komşu köy de. Sazak'taymış."

 ***

Ece'den ayrılmış dar bir toprak yolda ara ara çukurlardan, tümseklerden aracı kurtararak gidiyordu, hava hafif kararmaya başlamış ince ince yağmur süzülüyordu gökyüzünden, toprağın, türlü bitkilerin kokusu yayılmıştı. Havalar hala düzelmemişti ama bahar geliyordu hissediliyordu. Bir süre sonra kendisini genişçe bir bayırı tırmanırken buldu, önünde ufak bir meyvelik bulunan iki katlı evi geçti, sonrasında uzunca bir ağılı. Yalağında bir kaç koyun vardı, belli ki çoban içeri alıyordu artık hayvanları. Bir süre sonra kendisini köyde buldu, yanlış tarafına gelmişti köyün belli ki ne tabela vardı ne bir şey ama doğru köy olduğuna emindi. Geneli evlerin iki katlıydı, sağ tarafında genişçe bir dağ manzarası onu selamlıyordu, dağa doğru bir kaç ev dikilmişti yalnız başına. Fırat aracının motorunu kapattı, araçtan inince havanın soğuğu çarptı onu, masum değildi buralar adamı yer yutardı rüzgarı. Ceketinin önünü aceleyle ilikledi ve gördüğü ahşap eski eve doğru yürüdü, bir tane adam çıkmıştı bu sırada kapıdan dizlerine uzanan yağmurluğunun kapüşonunu kapatmış yüzü gözükmüyordu. Elinde ki kürekle evin önünde ki ufak fidanların dibini düzeltiyor gibiydi. "Selamün aleyküm!" dedi Fırat, biraz mesafesini koruyarak adama. Kendisine doğru kalktı başı adamın bir süre süzdü kendisini hafif hırıltılı bir sesle, "Aleyküm selam, buyrun." dedi. Adamın oldukça temiz bir Türkçesi vardı, bu köyün ağzına uygun değildi, dışarıdan gelmiş olmalı diye düşündü. "Ece'den geliyorum ben abi, yabancısıyım buraların, kahvehaneye nereden çıkarım?"

Adam bir süre baktı Fırat'a ardından küreğini dikti toprağa bir eliyle yaslandı "Kahvehane'ye çıkmak için hemen bu yolu takip edin, sonra sola bir yol çıkar sapın oraya biraz bozuktur yol ama kısadır sonrasında köyün içinde kalarak devam edin yola, uzunca bir yol var sonra yokuş aşağı oradan vurun arabayı, kahvehanedesiniz." Fırat adamın bu seriliği karşılığında bir süre afalladı ama düşününce anlamış gibiydi, "Eyvallah abi çok sağ olasın, bir suyunu içebilir miyim?" dedi çeşmeyi işaret ederek. "Tabi tabi buyrun, nereden geliyorsunuz? Buralardan değilsiniz?" Fırat çeşmeden akan soğuk suya ağzını dayamışken sormuştu sorularını, Fırat hala şaşkındı adamın Türkçesine. Fırat dağdan gelen taze suyu midesine indiriyordu, rüzgar esince üstüne sıçrıyordu, bayadır su içmediği fark etmişti. Adama doğru döndü kuru olan sağ elini uzattı, gayri ihtiyari bir tokalaşma gerçekleşti, "Komiser Fırat Çağlar, Cinayet Büro'dan geliyorum. Duymuşsunuzdur Ece'de ki olayları onunla ilgili geldim." adamın soğuk nasırlı elleri güçlüydü, "Tabi tabi duydum iki kızıyla, bir kadını öldürmüşler. Bulunmadı diyorlardı katil, köylü pek çıkmaz oldu dışarıya korkusundan. Var mı bir gelişme bari?"

Anadolu'dan Kasvetli ManzaralarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin