Polis (II)

96 2 0
                                    

Aracın içerisini radyodan zayıf zayıf yükselen bir pop ezgisi dolduruyordu, yağmur saatlerdir aracın camlarını dövüyor silgeçler sanki şarkıya eşlik ediyor, bir heyecanla sağa sola gidiyor ve biriken damlaları süpürüyordu. Zaman zaman buğulanan cam yolu görmeyi zorlaştırıyor o zaman da yan koltukta ki iri kıyım orta yaşlarında ki deri ceketli polis amiri kapı gözünden çıkardığı bez ile temizliyordu. Bunu oldukça büyük bir ciddiyetle yapıyor, arka koltukta ki meslektaşına, şoför koltuğunda ki meslektaşına geçmekte oldukları yerlerin tarım durumundan bahsediyor, bazen sigara ikram ediyor, bazen de espriler yapıyordu. Zamanında babasının tarlasında az ırgatlık yapmadığını, bu işlerden oldukça iyi anladığından bahsediyordu, oldukça geniş tarlaları, bağları varmış zamanında. Tabi tarımın gidişatının kötü olduğunu en başta anlayıp babasının tarlayı, bağı satıp yatırım olarak ev, arsa, dükkan alarak, daha çok para getirdiğinden böbürlenerek bahsediyordu.


Antalya'dan beri radyodan yükselen müzik başını ağrıtmıştı Fırat Çağlar'ın, üstüne üstlük şoför koltuğuna sığmakta zorlanan geveze adamın konuşmaları sinirini bozuyordu. Amirinin de bu adamdan haz etmediğini biliyordu ama şansa keder bu üç adam kendilerini sabahın köründe yolda bulmuşlardı, Uykusundan onu amirinden gelen telefon uyandırmıştı. Evinden koşar adım çıkarken daha gün ağarmamıştı, sabah ezanı yeni yeni okunuyordu. Jandarmanın kendilerini cinayet vakaları için çağırdıkları çok nadirdi, hele başka bir vilayetin cinayet bürosundan yardım istemeleri. 


"Amirim şimdi şu ileride ki petrolden sapıyoruz yol biraz dar dediler." Amir başıyla onayladı. "Mazot götürür herhalde ilçeye?" diye sordu. Şoför bir süre düşündü ciddiyetle. "Götürür amirim yarım depo mazot var. Çok sürmez zaten yol en fazla bir saat. Açlık var mı amirim?" Arka koltuğa soran bir ifade ile gözlerini yoldan ayırmadan başını çevirdi. "Fırat?" 

Onaylayan bir kaç mırıltı çıkardılar, yol onları pek yormamıştı şimdiye kadar, düzgün ve genişti, trafik yoktu ama petrolden döndükleri yol oldukça bozuktu. Dümdüz meraların arasından, köylerin, ufak kasabaların arasında geçip gittiler. Otlayan atlar, inekler, koyunlar... Arabanın camı açıldı önden, yağmurun ıslattığı toprak kokusu geldi tezekle karışık. Fırat öne doğru yaklaştı havayı daha çok içine çekmek isteyen şekilde, sıkıldığını farketmiş olan amiri gülümsedi. Fırat bir konuşma başlatma isteğindeydi, "Amirim?" dedi sonunda, sesi kısıkça çıkmıştı, boğazını temizledi sertçe.

"Söyle Fırat."

"İlçe karakoluna uğrar mıyız?"

"Niye ki?"

"Bir ekip alsak fena olmaz diyordum. Yol bilmiyoruz iz bilmiyoruz malum."


"Ekip?" diye sordu amir, yoldan çevirmeden başını. "Gerek yok be. Jandarma orada zaten, onların bölgesi. Jandarma çağırıyor ediyor bizi ama oraya gittiğimizde kıl kıl davranacaklar yeterince sivil olmamıza rağmen. Zaten Fırat işin özü yeterince iş var başımızda hangisine yetişelim? Dağ gibi dosya birikti ofiste. Bir görünüp geri döneriz., Benim ne işim var Allah'ın dağında? Değil mi Orhan?" Şoförden onay isteyen bir şekilde sormuştu, şoför koltuğunda ki memurun adı Orhan'dı. Başını sallayan meslektaşından onayını aldıktan sonra devam etti. "Adam karısını doğruyorsa, jandarmasın git yakala adamı. Cinayet büron yok mu? Olay yerin yok mu? Var. Fırat kısaca ekibi siktir et. Gideceğiz oraya, bakacağız olay yerine geri geleceğiz. Bizim davamız değil, almak zorunda değiliz. Savcıyla konuşuruz biraz işi kapatır geliriz onların meselesi. Yolu buluruz göt kadar yer, sorarız ederiz."

Başını salladı Fırat, çakmağını çıkardı ceketinin cebinden, bir kaç defa çakmak zorunda kaldı, benzini zayıflamıştı gene ama yandı sonunda, sigarasından ilk nefesini çekti, yaslandı o sırada arkasına. Arabada ki herkes fütursuzca sigara içiyordu yola çıktıklarından beri, bu yüzden nefes almak zorlaşıyordu bazen. Bir zamanlar amirinin yaptığı espri aklına geldi, cinayet masasında çoğumuz kanserden gider  demişti, ama kendi içtiğimizden değil ha, pasif içicilikten. Dumandan göz gözün görmediği bir odada yapılmıştı bu espri. Katıla katıla gülünmüştü. Cinayet'e geldikten sonra bir meslek geleneği olduğunu anlaması kısa sürmemişti Fırat'ın. Günde 2 paket sigara 10 bardak çay, bir o kadar da kahve içmeye alıştırmıştı bünyesini.

Teyibe takılan kasetten, hoş bir saz ezgisi yayıldı. Biraz sonra "Allı turnam ne gezersin ovalarda..." diyecekti ozan. Fırat gözlerini kapattı, yolun sesi, yağmurun sesi, silgeçlerin sesini hatta geveze adamın o içini gıcık eden sesi yoktu. Tanıdık bir el geziniyordu şimdi alnında, yumuşak bir el. Yüzüne bir gülümseme yayılmıştı ki ayılması kısa sürdü, sigara elini yakmıştı. Küllüğe bastırdı sinirle.


***

İki saat sonra ulaşabildiler ilçeye, Torosları aşmak kolay olmamıştı yükseklik arttıkça yağmur yerini kuru soğuğa, bazı yerlerde buzlanmaya bırakmıştı. Yavaşlamak zorunda kalmışlardı çoğu yerde. İlçeye vardıklarında belediyeye ait bir petrol ofisinde durdular, restoranında birer tabak mercimek içtiler.

Ufak bir ilçeydi nüfusu 4000'den fazla değildi belki, sokaklar sabahın ayazında bomboştu. Güneş kendini gizliyordu gri bulutların arasında. Sisle kaplıydı her yer. Kahvehaneye köye giden yolu sordular. Kendilerini iki arabanın geçemediği, yeni çakıl atılmış dar bir yolda buldular. Çoğu yerinden küflerle boyası atmış beyaz fona siyah harflerle "Ece 6 Km." tabelasını gördükten sonra doğru yolda olduklarını anladılar.

"Olay dün mü gerçekleşmiş şimdi amirim?" diye sordu şoför koltuğunda ki memur.

"Olay? Onu bilmem de işte jandarmaya dün gelmiş ihbar. Saçma sapan işler yemin ederim ki, bir varalım da görürüz ne var ne yok." gözünü yoldan ayırmıyordu, tarlalar yerini yolu çepeçevre saran ağaçlara bıraktı. Yol burada bozulmaya başlamıştı, yer yer çöken asfalt ilerlemeyi zorlaştırıyor aracı sağa sola kırmaya zorluyordu. Fırat yolu görecek şekilde ortaya oturmuş, içinde ufaktan kabaran adrenalini hissediyordu. 29 yaşındaydı, nişanlısını kaybettikten sonra Antalya Cinayet Büro'ya geçmişti. Yolun sol tarafında mezarlık göründü, köyün mezarlığı olmalı diye düşünürken köyün tabelasını gördüler. Gelmişlerdi. Köyün meydanı yerine karşılarına ilk çıkan yıkık eski bir kerpiç evdi. Karşılarında 3 tane yol vardı, bir tanesi köyden çıkıyordu, diğerleri köyün içine gidiyordu. Araçtan inme kararı aldılar, zira köyün yolları arabayı zorlayacak gibiydi. Karlar, yağmurlar derken çamur içindeydi çoğu yer. Köyün sert ayazı vurdu memurları. Fırat yıkık evi bir süre izledi,iki katlıymış ev, üst katın ahşapları çökmüş bir tane blok yola meyil etmiş, hala direniyordu. Amirini izledi, eski evlerin arasından öylece yürüdüler, kimseyi görmediler uzun süre. Terkedilmiş gibiydi köy. Caminin minaresini gördüklerinde oraya doğru yöneldiler. Köy meydanı olduğunu anladıkları yere gelince kalabalıkla karşılaştılar. Olay yerininin gerçekleştiği yeri bulmaları uzun sürmedi, jandarma çepe çevre kontrol altına almıştı. Gazeteci göremediler çevrede, yakında kokusunu alır bulurlar diye düşündü Fırat. Ortama oldukça yabancı duran bu üç adamın dikkat çekmesi kısa sürmedi, bir rütbeli olduğu anlaşılan asker yaklaştı kalabalığın arasından, en fazla 25 yaşlarında hafif toplu bir jandarma çavuşuydu. Tokalaşmak için elini uzattı, "Hoşgeldiniz, Cinayet Büro değil mi?"


Anadolu'dan Kasvetli ManzaralarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin