Bölüm 6

34 5 2
                                    


Zamanın içinde parçalara ayrılmış ancak bütünlüğünü koruyan bir varlığım. Zamanın her bir paresinde, parçalara ayrılmış varlığımın bir kısmı yaşamakta. Zamanın kendisi ise varlığımın bütünü... Şu anın içinde parçalara ayrılmış değil de ben bir bütünüm. Zira zamanı tam anlamıyla hissediyorum ve bir parçasında hissedemeyecek kadar yoğunum. Bu yoğunluk duygularımın ağırlığından, duygularımın ağırlığı tutkunluğumdan, tutkunluğumun nedeni ise Ayfer'den... Ayfer ise sebebi belirsiz hastalığım. Şimdi bu hastalığım karşımda duruyor. Gözlerimin içine bakıyor ve ben o gözlerde şaşkınlığı iliklerime kadar hissediyorum. Bu şaşkınlığın getirisiyle gözlerini kocaman açmış, dudaklarını hafifçe aralamış. O aralığa gözüm takılıyor, adeta beni içine çekiyor, gel diyor. Masadan ona doğru abanmak ve incecik dudaklarına yapışmak, nefessiz kalmak ve son nefesimi o dudaklarda vermek istiyorum.

- Ben... Ben şaşırdım biraz, kusura bakma. Yani çat diye böyle bir itiraf beklemiyordum.

- Anlıyorum, haklısın ancak inan kötü bir niyetim yok. Aslında bunu açıklamak gibi bir niyetim de yoktu. Sen bana o gözlerinle bakınca, gözlerin gözlerime değince onlar bir bütün olunca kendime mâni olamadım.

Yüzünde bir anlamsızlık. Olduğu duruma, konuma anlam veremiyor gibi bir hali var. Şehvetli duygularım yerini yavaş yavaş korkuya bırakıyor. İyi mi yaptım yoksa kötü mü yaptım, bilmiyorum. Ancak içimde bir mahkeme kurdum ve bunun muhakemesini yapıyorum. Davalılar ve davacılar hazır halde. Hâkim kalemini kıracak mı, bilmiyorum. O hâkimin gözlerinin içine korkumla, sevgimle, ateşimle bakıyorum. Ellerinin beni ne denli yaktığını görmesini istiyorum. Avuçlarında yaşamaya hazır olduğumu anlasın istiyorum.

- Kötü niyetli olduğunu düşünmüyorum ki. Duralıyor. Yemeğin bittiyse biraz sahilde dolanalım mı? Daha rahat konuşuruz.

- Olur olur tabi. Çok güzel olur hatta.

Garson kadını çağırıp hesabı ödüyoruz. Kıvırcık saçlı kadına son kez bakıp oradan ayrılmak için kalkıyorum. O da bana uyum gösteriyor, yan yana çıkıyoruz. Denizin yanından yürümeye başlıyoruz. Havada zehir gibi bir soğukluk... Bu soğukluk içime işlemiş bir halde. Ayfer'e bakmadan yürüyorum ancak birkaç kelimeye olan muhtaçlığım ellerimi titretiyor.

- Sakınca görmüyorum, kötü birine benzemiyorsun üstelik hoş birisin Agah. Seni tanımak gerçekten çok isterim.

- Teşekkür ederim ama tam olarak anlayamadım. Ben... Yani... Demek istediğim...

- Şöyle anlatayım...

Sustu ve gözlerini gözlerime çevirdi. Ela, ela, ela! Bu yakınlığımızın bilincine yeni varıyorum. Nefesi suratıma doğru vuruyor ve ben gözlerimi kapatıp nefesini solumak istiyorum. Bu yakınlığı hesap edememiş olacak ki hafifçe kendini çekiyor. Aldırmıyorum. Yaptığım tek şey kulaklarımı dikmek. Çünkü şu an hiçbir şeye anlam veremeyecek bir haldeyim. Gecede bir ay ve o ayın ışığı bir başka aya vuruyor. Ay gibi yüzler sende, tükenmez sözler bende...

- Ben seni tanımak istiyorum Agah. Şu an dediklerine herhangi bir cevap veremem. Ancak seni tanımak gerçekten istiyorum. Eğer sende istersen?

İnsanoğlu öyle doyumsuz bir varlık ki... Yaratana ellerini açıyor, geceleri yastığında inim inim inlerken isteklerini fısıldıyor. Zamanı geliyor, istedikleri, gecelerce ağladıkları hayalleri gerçek olduğundaysa yetmiyor. Yetersiz geliyor. Ardından başka istekler sıralanıyor, yine mutsuz oluyor. Bu döngü böyle yuvarlanıp gidiyor. Ben ise o insanların en doyumsuzuyum. Doymak bilmeyen bir iştahım var. Fakat isteklerim oluyor mu? Hayır. Bundandı bu açlığım.

Uçtan Uca YolcuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin