Şıp şıp şıpp...Odada duyulan ses kulaklarımı kanatmaya ant içmiş gibiydi. Yanlış...Kulaklarımı kanatmaya ant içen şu kahrolası yağmur. Zayıf göğsümde bir baskı, kim bilir hangi zamandan kalma? Zaman değil zamansızlık...Zira bu baskı yeni değil Agah, üzülme, ananın rahminden çıktığın vakit yaradan demiş ki "Agah Celal Bey baskıya dayanır, yüklenin!"
Bir hışım elim sakallarıma gidiyor. Geçen eve gelen temizlikçi kadının sesi zihnimde yankılanıyor. "Ay Agah Bey'ciğim bu sakallarınızı aman kesmeyin, çok yakışıyor size." İşveli sesi her erkeği yoldan çıkarabilecek potansiyele sahip. Ben hariç. Sinsi bir rüzgâr esiyor bir şeyler fısıldıyor kulağıma, dediğine aldırmamaya çalışıyorum. O halde neden kesmedin diyor sakallarını. Yumruğum masaya düşüyor ancak bu hiddetim ondan etkilendiğimi kabul ettiğim için değil, sakallarıma o da çok bakardı. Sevdiği için değil elbet ama gözlerinin sakallarıma değmesi kesmemem için yeterli bir sebepti. Ayfer...Kafamdaki sinsiyi susturan tek gerçek. Ellerimi uzatsam tenini duyumsayacağım, o ılık sıcaklığın gerçekliğinde kendimden geçmemi sağlayacak yegâne varlık. Ben kendimden çok geçtim, bu ilk değil. 32 yaşında adamım, Cahit Sıtkı'nın dediği gibi artık gelmek üzereyim o bahsedilen yolun yarısına. Oysa ben neden o yolun sonunda gibi hissediyorum hala? Ayfer... Ayfer... Ellerin olmasaydı ne yapardım?
Ayfer, oturduğum apartmanda kiracı olarak kalan bir kadın. Kısacık kestane saçları, ne esmer ne beyaz teni, ela gözleriyle her gördüğümde benliğimi sarsacak bir dişi... Ne de güzel gülümsüyor bana. Her gördüğümde önce kafasını kaldırır, şöyle bir bakar, incecik dudaklarıyla gülümser, sonra da o içimi hoplatan sesiyle "İyi akşamlar." Der... Ben o sese her şeyimi verebileceğimi hissettim hep. Ben o sesle uyumak istedim. Ben o sese tutunmak istedim bir daha hiç kopmamak üzere. Anam belledim onu, babam belledim. Ne yollardan geçtim de bir ondan geçemedim. Ellerime almak istedim, onu ben var etmek istedim. Avuçlarımda yaşatmak, herkesten her şeyden saklamak, belki de korumak... Tüm herkesten. Dostum dediği kadını bile kıskanan, içten içe beyninde hasetlikler kuran, çıkarlarını dostluğunun üzerinde tutan, dostluk dediği şeyi aslında incecik, kopmak üzere bir ip gibi düşünen kadınlardan...Ya da höt höt eden gaddar, ona zarar verebilecek erkeklerden. Belki de onu üzen her şeyden.
Kafamda bir ses sen de gaddarsın, diye kıkırdadı. Bir an düşündüm, düşlerimi andım. Gaddarlığımı kabul edemedim. Ben ona gaddar değildim. Ben kimseye gaddar değildim. Ben kendime gaddardım. Düşüncelerime, hislerime, benliğime... Ben kendim hariç herkese iyiydim. Ama en çok Ayfer'e...
Yatakla bütünleşmiş hale gelen bedenimi kaldırmaya çabaladım. Ayfer akşam 8 gibi işten çıkıyordu. Saat 5.10' du gerçi. İş yerine yarım saatte gidebiliyorum hep. Kafamın içindeki ses hep, onun da beni sevdiğini ancak çok ürkek bir yapıya sahip olduğu için bir türlü benimle doğru dürüst konuşamadığını söylüyor, tatmin olmamı sağlıyordu. Elbette seviyordu. Bir insan özellikle bir kadın sevmediği, en azından hoşlanmadığı adama öyle güzel iyi akşamlar diyemezdi. Göğüslerinin dolgunluğu geldi birden aklıma. Islıklı bir nefes verdim. Onu her şeyiyle istiyordum. Ve o da kendisini...
Yandaki komodine uzanıp sigara yaktım. Bu sefer ona. Yine ona. Hep ona. Daima...
Islak saçlarımı şöyle bir karıştırdım. Evden çıkmadan son kontrollerimi yaptım ve bingo! Dışarıdayım. Sokak sokak adımladım, mahalle mahalle dolaştım, Onun bastığı yerleri düşündüm, sonra onlara bastım. Bir yaprak düşmüştü önüme. Sararmış sonbahar yaprağı... Basamadım. Eğilip yerden alır almaz bir daha bakmaksızın cebime attım. Yapraklar önemli insanoğlu... Basmayınız.
Köşede ısınmaya çalışıyorum, gel be Ayfer nerede kaldın? Kolumu kaldırıp saatime bakıyorum. Normal şartlar altında 1 saat evvel çıkmış olması lazımdı. Acaba işi mi uzamıştı? Ya da bir sıkıntı mı vardı? Başına şu aşırı lüks, iğrenç bu binada kötü bir şey gelme olasılığı yüzde kaçtı? Kötü, beni kahreden ihtimalleri beynimin içindeki ses fısıldıyor, o fısıldadıkça ellerimi saçlarıma atıyor, çekiştire çekiştire saçlarımı kopartıyordum. Oysa saçlarımı ne çok severim ben. Sırf bir gün okşayacak diye hangi yağları kullanmadım ki! Ancak şu durumda da saçlarımı düşünecek değilim ya... Kocaman bir nefesi çektiğim sıra gözüm kapının önüne kaydı. Duman dudaklarımdan salına salına havaya süzülürken sadece durdum. Onu izledim: kısacık kestane saçlarını, ela gözlerini ama en çok ellerini... Beni var eden ellerini, bana her gün yol verir gibi salladığı ellerini. O eller bana sallanıyordu, sana değil dallama bozuntusu!
Sinirden ellerim titremeye başlamıştı. Kimdi bu? Kesin Ayfer' in peşine takılmış ve fukara sümüğü gibi ona yapışmıştı. Ayfer ürkekti, narindi ve utanırdı. Ne git diyebilirdi, ne de kal. O adam da onun bu özelliğini bildiği için yapışmış olmalıydı. Sakin ol Agah... Sakin. Ne yapıyoruz? Derin derin nefesler alıyoruz ve onları takip ediyoruz.
Ağır aksak adımlarım ilerliyor, biraz sallantılı bir dengem var. Dışarıdan gören sarhoş zanneder herhalde. Oysa benim ruhum sarhoş: Ayfer sebebiyle...
Issız sokaklarda dur durak bilmeden yürüyorlar. Ya adam da eve girerse? Yok canım, daha neler. Uçtun herhalde Agah Bey... Sinsi sıkıntı geliyor yine, göğsümdeki bu baskıya aldırmamaya çalışıyorum. Oysa canımı yakıyor. Kızıyorum kendime, alışmadın mı Agah Celal? diyorum. Ama sadece, ben... Sigaranı söndür, unutma elini yakmak üzere. Ellerimden fırlayan izmarit yeri kirletiyor. Bir an o kire gözüm takılıyor. Yakışmadı, kir hiçbir yere yakışmaz. Gözlerimi onlardan ayırmadan eğilip izmariti alıyorum. Orta parmağımla fiske atarak yanından geçtiğim konteynıra basket yapıyorum. Fıldır fıldır dönen gözlerim bir an yere takılıyor, eveeet işte şimdi oldu. Temiz olsun, canım olsun, pehh. Küçük küçük konuşmalar kulağıma ulaşıyor. Elim kulağıma gidiyor. Sertçe çekiştiriyorum. Bu ilk değil Agah, sen hep yandın. Ama kabul et hak ediyorsun... Hızlıca başımı sallayarak kendimi onayladım. Elbette.
Evin önüne gelince istemsiz yumruklarım sıkılmaya başladı. Onlara yetişmek için birden fişek gibi hızlandım. Sanki beni görürse o adamı almaz, bir daha bu sefer kocaman bir pehh. Kapının önünde yan yana geliyoruz. İkisi de aniden yanlarında belirmemden dolayı irkildi ancak hemen sonra yüzlerine hoş bir tebessüm peydahlandı. Hoş dediysem Ayfer'in, kesinlikle bu dişleri sararmış, ağzının leş gibi koktuğunu tahmin ettiğim adamın değil. Bir gülüşü güzel kılan dişler ya da ağız kokusu mudur? İçtenliği yetmez mi Agah? Yeter, elbet yeter. Ama artık kimse kimseye içten gülümsemiyor be kafamdaki ses. O devir geçti. Adına nezaket dedikleri şey değil bu. Onlar artık bir robot. Ve bu robotlar çoğu zaman gülümsemiyor bile. Büyük bir küfrü koyuverdim. Gülüşünü...
İncecik dudaklarıyla gülümsedi Ayfer yine ve yine ardından ilahi sesiyle "İyi akşamlar Agah Bey." Başımda kuşlar uçtu, bir yerlerde bir çocuk doğdu, annesi göğsüne yasladı. İlk defa adımı söyledi. Durdum, hep adımı söylesin istedim. O ıslak dudaklarından yalnızca benim adım dökülsün, böyle gülümsesin. Ardından kafasını adama döndü. Kısık sesle hoşçakallar havada uçuştu. Kapıyı tutma bahanesiyle bekledim, bekledim... Bana döndü, sonra üzerime yürüdü. Gözlerine bakamadım. Ellerine baktım: ince küçük ellerine. Sahi sığar mıydı iki eli de tek elime? Önümden geçti, saçlarından burnuma kokusu nüfuz etti. Sen kimsin Agah? Nesin? Olduğum yerdeyim. Oyum. Gittikçe o olmaktayım, benliğimi yitirerek...
Merdivenleri adımladım, adımlarına uyumlu olmak istedim. Ardından gözlerim kıvrımlı bedenini süzdü evinin olduğu katta durana kadar. Arkasına bir daha dönmedi. Ardında kaldım. Yine... Koşa koşa bir üst kattaki evime çıktım. Bir an önce odama çekilmeli, ne yana dönsem gıcırdamaktan usanmayan yatağıma oturmalı, bir elimde sigara, ona can veren dudaklarımla ismini zikretmeli, bir yandan da yazmalıyım. Atkımı, ceketimi oraya buraya fırlatmadan hemen önce sararmış yaprağı elime aldım. Odama doğru adımlarken üstümdeki diğer parçalardan kurtuldum. Üşüdüm. Ocak acımazdı. Artık kimse acımıyor. Yatağa attım kendimi. Defterim her zamanki yerinde yatakta. Hemen bir sigara yakıp yazmaya başladım. Dudaklarımdan ismi süzüldü dumanla birlikte. Kalbinde de süzülmek istedim. Kes şunu, yazına odaklan. Arapsaçına dönmüş yazıma lanet ede ede yazdım gecenin üçüne kadar. Elim çok yorulmasaydı, başım ağrımasa, kalbimdeki bu boktan ağrı olmasaydı devam ederdim yazmaya. Zira beni yaşatandı harflerim. Umutlarımdı. Binlerce istediğim, hayallerimdi. Düşlerimde dahi göremediklerimdi. Kafamı yastığa gömdüm, sigara dibine gelmişti ancak elimden bırakmamıştım hala. Bir gözüm komodinin üzerindeki sararmış yaprağa kaydı. Kafamdaki ses fısıldadı "Sigarayı at, onu al." Ağır ağır komodine bastırdım sigarayı, sonra tütün kokan parmaklarım sararmış yaprağa gitti. Elime aldığım anda ılık bir his yayıldı içimde. Sanki Ayfer buradaymış, sıcak tenini tenime yaslamış, benden bu lanet kimsesizliği almış gibi. Ayfer kimsen değil Agah... Yaprak olur o zaman kimsem, bu sararmış yaprak.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçtan Uca Yolcu
NonfiksiElleri, önüme uzanan minik beyaz elleri... Bana bir sığınak olan beni kuytularında saklayan elleri. O elleri olmasaydı geceleri hangi elin hayaliyle pışpışlardım bedenimi.