Gözlerime bak ay ışığım, ne görüyorsun? Ben sırılsıklam, yalnızlığımın koynunda günümü gün ederken sen ne yapıyorsun nar tanem? Bir şarkı tutturuyorum:
Yanar ateşler dağlarda nar tanem
Ve senin sevgin gönlümde...
Ve senin sevgin gönlümde ay ışığım. Sigaramın dumanını ağır ağır bırakıyorum zehirli dünyaya. Biraz da benim dumanım zehirlesin diye. Yeterince zehirli değil çünkü. Camdan sokağa baka baka içimden neler geçiyor benim böyle. Abartma istersen Agah, daha fena düşüncelerin de olmuştu. Olmuştu değil mi? Cevabımı aksatmayı hacet görmüyorum. Zaten bildiği bir mevzuyu ondan saklayamam elbette.
Bugün üzerimde bir durgunluk var sebebini anlayamıyorum. Ayfer ile yemeğe gidecek olmama rağmen bu durgunluk yakamı bırakmıyor. Günlerden ne diye duvarda tek asılı olan şeye, sararmış takvime kayıyor gözlerim. Bugün Cuma. Bugün günlerden yine serkeş. Bu serkeşlik hep Cuma'ya özel biliyorum. Sokaktan geçen insanları izlemekten kendimi alamıyorum. Üstelik saat sabahın altısı henüz. Uykunun tutmadığı gecelerde insanları izlemek tek işim çünkü başka nasıl yapılır bilmiyorum.
Gözüm aniden birine kayıyor. Gözlerimin yanılma ihtimallerini sıralıyorum kendime. Zira geçen, Ayfer'in yanında gördüğüm puşt apartmandan çıktı. Bu olamaz, hayır. Elimdeki sigarayı yere fırlatıyorum ve cama fukara sümüğü gibi yapışıyorum. Deli gibi titreyen ellerim bir bokluk olduğunun farkında. Sabahın bu saatinde onun evinden çıkmasına mantıklı gerekçeler sunmak istiyorum kendime. Ancak olmuyor, ne yaparsam yapayım bir cevap bulamıyorum. Belki de bulduğum cevaplar benim kitabıma uymuyor. Acıyla dolan kalbimi engelleyemiyorum. Madem beni sevmiyor, neden o halde benimle yemeğe çıkmak istiyor? Sana demiştim, o kadın bir şeytan dahası tam bir aşüfte! Hayır, hayır, hayır. Beni zehirlemene izin vermeyeceğim. Arkamı dönüp ceketimi alıyorum, sigaramı arka cebime sıkıştırıp direkt dışarı atıyorum kendimi. Apartmandan inerken gözüm bir an olsun kapısına kaymıyor. Tek derdim bir soluk nefes. Boğazıma inen karabasanları kovacak tek bir nefes. Hızlı adımlarıma dur diyemiyorum. Nereye gideceğimi biliyorum. Ancak hiç gidemeyecek gibi hissediyorum. Bu kadar mı çok seviyorum ben onu? Ya bir gün giderse, o zaman nereye kaçacağım?
Sabahın bu erken saatinde Kadıköy sahilinevarıyorum. Bir banka kendimi atıp derin nefesler almaya başlıyorum. İstediğimher şeyi silmek istiyorum. Bu dünyaya hiç gelmemiş olmayı... Zaten bu dünyada benimbir amacım yoktu ki olmasam insanlık bir şey kaybetmezdi. Duraksamadan sigaramı yakıyorum. Dünyanın bütün derdini sırtlamış gibi kamburlaşıyor sırtım. Sen bu kafayla gidersen daha çok kamburu çıkar o sırtın. Büyük bir küfrü salıvermekte gecikmiyorum. Susacaksa ana avrat düz gitmeye gönülden razıyım.
-Agah? Lan Agah sen misin?
Aniden adımı duymamla irkilmeme mâni olamıyorum. Kafama tarlası yanmış çiftçiler gibi yasladığım elimi kaldırıp sesin geldiği yöne bakıyorum. Fönle düzleştirdiği simsiyah saçları, sakalları, her zaman taktığı küpesi ve yüzündeki sırıtışıyla Ozan. Onu en son ne zaman gördüğümü anımsamaya çalışıyorum. Bir gece, gecede iki ayyaş. Yok yanlış bir tabir: Ayyaş olan oydu.
Sigaramdan umursamazca son nefesimi çekiyorum. Bu umursamazlığıma bünyesi alışkın, hiç çekinmeden kendini yanıma atıyor. Otuz iki diş gülümsemesiyle,
- Sana çok küfrettim ama şu salak suratını gördüğüm için kendimi sırıtmaktan alamıyorum.
- Ne var Ozan Allah aşkına? Depresyondayım, rahat bırak beni.
Hafifçe kıkırdıyor, orta parmağına taktığı kafam kadar yüzüğü sinirimi daha da arttırıyor.
- Ne yaparsan yap hep seni seviyorum biliyor musun? Beni bir bok gibi görmene rağmen.
Her ne kadar sinirimi bozsa da bu lafı kafamda binbir düşünceyi birbirine katıyor. O beni seviyor diye bir ağacı, o ağaçta sallanan bir salıncağı görür gibi oluyorum. Ancak daha sonra o salıncağın uçuruma doğru sallandığını görmek karabasan gibi üzerime çöküyor. Onun beni seviyor oluşu uzak bir ihtimal. Zira Ozan herkesi seviyor. Bu dünyada birinin beni sevmesi, uçuruma doğru sallanan salıncak gibi. Kimse beni sevemez, ben bile.
-Tatava yapma, niye buradasın onu de.
Bıkkın sesimi duymak keyfini gittikçe yerine getirmiş olmalı.
- Lan sekiz aydır senden haber almaya çalışıyorum. Sekiz ay... Şimdi gelmiş karşıma, tatava yapma diyorsun. Anladım, puştluğun en ala kursuna gitmişsin, fiyatını öğrenebilir miyim güzel kardeşim?
Elimi he he der gibi sallıyorum. Bu kadar konuşmaya nasıl gücü yetiyor hiçbir zaman anlayamadım.
- Sen o kursun en yetenekli kişisisin, unuttun mu?
Kahkahasını denize doğru attı ve beni şaşırtacak kadar hızlı bir şekilde aniden ciddileşerek suratıma baktı. O gözlerde gördüğümü sandığım şeyi görmek istemiyorum. Bir yanılsama dedim kendi kendimi avuturcasına.
- Yeni taşındığın yeri görmeden bugün yakandan düşmeye niyetli değilim, bunu iyice beynine sok kardeşim.
Ondan bir kurtuluşum olmayacağının gayet farkında olduğum için ağır ağır başımı sallamakla yetindim. Durdu ve bana bakmaya devam etti. Bazen bakışları bana terk edilmiş, hiç uğranılmayan, kırık dökük çocuk parklarını anımsatıyordu. Oysa ben çocuk parklarını çok severim, yıpranmalarına dayanamam.
- Sende garip bir hal var, tamam hep gariptin, devamlı düşünür kendi kendine konuşurdun evet ama bu seferki farklı. Ne oldu? Yoksa dedenden geçindiğin kiraların parası yetmedi mi zengin bebesi?
Alaylı üslubuna aldırmıyorum, onun yaylarının gevşekliğine benim bünyem bile alışmış durumda ne yazık ki.
- Kiraların parası gayet yetiyor kardeşim, sen merak etme.
- O zaman aklıma tek bir seçenek geliyor, ki olması için şu saçlarımı bile kazırım, haydi de! Ben çılgınlar gibi âşık oldum Ozan. Yanıp kavruluyorum de. Şimdi bir kuş gi...
- Kes kes, bak valla giderim bulamazsın beni. Evet, diğer soruna cevap verecek olursam. Her gece yatarken bir ay görüyorum artık. Ancak bu, diğer günler gördüğüm, herkesin gördüğü aydan farklı. Bunu sadece ben görüyorum, buna sadece ben tutunup yitmemeye çalışıyorum.
Derin nefesi koyuveriyorum. Şaşkınlığını keskin bir şekilde duyumsuyorum. Beni tanıdığı süre boyunca hiçbir kadına karşı bu duyguları hissedeceğimi düşünmediğine eminim. Bu şaşkınlık onun bir getirisi. Omuz silkiyorum sadece onu aldırmayarak.
- Tutunabiliyor musun peki?
Durup bu soru üzerine uzun uzun düşünmek istiyorum. Yaklaşık bir saat önceki görüntüler zihnime doluyor yine.
- Sanırım artık tutunamıyorum O zaman... Telefon numaran bende var, sana adresi atarım. Haydi eyvallah.
Ardıma bakmadan evin yolunu tutuyorum. En azından ona yalan söylemediğimin farkında.
Hızlı hızlı adımlarla daireme ulaşıyorum. Az daha onun kapısına kayacak olan gözlerimi yerinden sökmek niyetindeyim. Evden içeri girer girmez soyunup kendimi yatağa fırlatıyorum. Tek isteğim saatlerce uyumak. Onu düşünmemek, onsuz bir anı yaratmak. Mümkün müdür diye sorgulamadan annemi düşünüyorum. Onun yumuşacık, yeni yıkanmış kılıf geçirilen yastıklara benzeyen göğüslerine başımı yasladığımı hayal ediyorum. Ya da ince ellerinin saçlarımı okşadığını. Ardından annem bir türküye başlıyor, ben iyice gömülüp şarkının evrenine geçiş yapıyorum.
Şarkı yankılanıyor evde, ruhumda can buluyor:
Hani büklüm büklüm boynunda
Hani paramparça ruhunda
Hani soran gözlerle kapında
Bekleyen dargın anıların gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uçtan Uca Yolcu
No FicciónElleri, önüme uzanan minik beyaz elleri... Bana bir sığınak olan beni kuytularında saklayan elleri. O elleri olmasaydı geceleri hangi elin hayaliyle pışpışlardım bedenimi.