Öğle vaktiydi. Vivinin evinden çıkan Borealis şehrin batısındaki çiftliğe doğru yola koyuldu. Bitmemiş ve özensiz yollar yüzünden her taraf çamur içindeydi. Zar zor yürünüyordu. Bir kaç adım sonra sırayla Doğu Barı tabelasını ve iki yanındaki bankanın henüz tadilatta olan kırık sütunlarından birini gördü. Bir kaç gece önce büyük bir soygun olduğunu duymuştu. Geriye kalan izler olmalıydı diye düşündü. Banka şehrin tam ortasından geçen geniş caddenin en büyük binasıydı. Gerçekten ihtişamlı olduğunu düşündü. Yine aynı caddenin sonunda kralın yaşadığı kale duruyordu. Kale tepede olduğu için önünde eskilerden kalma uzun basamaklı merdivenler vardı ve yarı yolda bitiyor patikadan devam ediliyordu. Pek iyi şeyler hatırlatmıyordu o kale.
Sırf o kale değil bu şehir de onu sıkıyordu. İnsanların bakışları hep üstünde, omuzlarından dökülen beyaz saçlarında ve soluk tenindeydi. Kuzeyliler pek sevilmezdi burda. Hayır, hayır hiç bir yerde sevilmez diye düşündü kendi kendine.
Pelerinin başlığını kafasına geçirmenin iyi bir fikir olacağını düşündü. Daha az farkedilirdi en azından.
Biraz sonra solda bir yan yola girip caddeden ayrıldı. Evler tek tük azalmaya başladı. Uzun yeşillikli bir arazi vardı şimdi önünde. Hemen yüz metre ilerde çiflik belli oluyordu. Sonra aniden sağ taraftaki çayırlıktan bir çıtırtı duydu. Aldırmadı büyük ihtimal bir hayvandı. Tekrar aynı sesleri duymaya devam etti. İlerlerken sesler arkasında kaldı. Ama ne olduğunu öğrenmek istedi. Takip ediliyor olabilirdi. Bir yandan yürüyor bir yandan da nasıl öğrenebileceğini düşünüyordu. Aklına bir plan gelmedi, o kadar zeki de değildi zaten. Birden durunca sesler kesildi. Eğilip yerden koca bir taş aldı. Çayırlara doğru hızlıca fırlattı ve bekledi.
Ses yoktu. Yerden bir taş daha alıp tekrar fırlattı. Hiçbir şey olmadı.
Takip eden kimse yoktu. Yoluna devam edecekken arkasından dört nala gelen atın sesini işitti. Ona çarpmadan rahatça geçebilsin diye toprak yolun kenarına çekildi. At o kadar hızlıydı ki neredeyse eziyordu onu. Arkasından bağıracaktı ama sonra bunun bir işe yaramayacağını düşünüp vazgeçti. Arkasından baktığında atı süren kişinin kırmızı bir pelerin giydiğini gördü. Bu kalede gördüğü şaman olmalıydı. Alt tarafı bir çiftliğe gidiyordu bu kadar acele niyeydi. Toz toprak olan üstünü silkeleyip düzeltti. Hala sakin olması şaşırtmıştı kendisini.
- En iyi atın hangisi?
Adam onu şöyle bi süzdükten sonra diğer atlara göre biraz kısa ama güçlü bacaklara sahip kahverengi bir atıp işaret ederek '' -Sana şu atı vermeme ne dersin? Sanırım senin için o uygun olabilir.'' dedi.
- En iyi at için yeterince altınım olmadığını mı düşünüyorsun ?
- Evet.
- Açık sözlü ve haklı bir adamsın.
Atın yanına doğru ilerlerken gözü çiftlik evine takıldı. Camdan şaman ve çifliğin diğer sahibi olduğunu düşündüğü bir adamı konuşurlarken gördü.
- Onbeş altın.
Keyifleri yerinde gibiydi.
- Hey onbeş altın dedim beni duyuyor musun?
- Ha? Ah pardon bir an için dalmışım.
Elini kesesine attı. Sadece onüç altını vardı. Sol cebini biraz karıştırınca bir altın para daha çıkardı.
- Tüm param bu.
- Tamam al şu atı da git burdan.
Ata binmeye çalıştı ama bacağının yaralı olduğunu unutmuştu. Bacağına yüklenince keskin bir acı duydu. Atın etrafından dolaşıp sağına geçti ve ordan binmeyi denedi.
Adam hem eksik altın için küfrediyor hem de Borealis'i seyrederken gülmesine engel olamıyordu.