Otele döndüğümde dersimin başlamasına beş dakika vardı. Hemen hazırlanmalıydım koşar adım odama gittim. Giyinip saçımı toplamak için aynanın karşısına geçtim. Bir yandan da kendimi sorguluyordum. Ne diye Ati'nin arkadaşından bahsedip hediye almasına bu kadar tepki vermiştim sanki? Yılardır adamı arayıp sormuyor merak dahi etmiyordum. Arkadaşlığımızla ilgili vefasızlık yapan bendim ve başkasıyla arkadaş olmasıyla ilgili bir hak iddia edemezdim. Ama yıllar içinde çok değişmiş, olgunlaşmış zaten çok düzgün olan karakterini parlatmıştı. Eskiden böyle yakışıklı mıydı? Esmer teni, derin ela gözleri, tertemiz ve taranmış saçı, sakalı, bakımlı ve güzel elleri... Konuşurken insanın içi sıcacık oluyordu. Seslendirme sanatçılarına taş çıkarır tokluktaki ses tonu ve konuşma tarzı insanın kulağını okşuyordu sanki. Yanında kendim olabildiğim biriyle vakit geçirmeyi nasıl özlemişim. Değişmiş... Yok yok değişmemiş tüm güzel huyları ve özellikleri daha çok açığa çıkmıştı... Yeni birini tanıyordum sanki. Yeni ama samimi ve güven dolu.
Aynanın karşısında dalıp gitmiş bunları düşünürken kapı çaldı ve Melis içeri girdi:
"İyi misin Dede? Dersine yirmi dakika geç kalmışsın. Öğrencilerinden biri ders olmayacak mı, diye sorunca merak ettim."
"Yirmi dakika mı o kadar oldu mu? Hemen geliyorum" şaşkınca toparlanırken yere düştüm Melis yardım edip kaldırdı.
"Bir şey oldu mu? Sakin ol biraz geç kaldınsa ne olmuş yani. Gerçi sende bir haller var...."
"Yok canım ne hali olacak Akide'm sana öyle gelmiş... Hem lafa tutma geç kaldım malum" koşarak çıktım odadan. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ati'yi düşünmeye başladığımda daha 5 dakika vardı dersime. N'oluyor bana yahu. Kendimi bir an önce toparlamalıydım. Salonun kapısına gelince derin bir nefes alıp içeri girdim. Beni gören Can, hemen yanıma koştu:
"Meraklandım nerelerdeydin... şey nerelerdeydiniz? Ders olmayacak sanıp Melis Hanım'a bile sordum. Başınıza bir şey geldi diye endişelendim doğrusu." diyen Can mahcup bir çocuk gibi karşımda ezilip büzüldü. Utanmasa boynuma atlayacaktı. Platonik aşkın ayakta durur haliydi bu çocuk.
"İyiyim meraklanmayın" diyerek el çırptım "Benim yüzümden yeterince geciktik, haydi başlayalım"
"Senin derse geç gelmen olur şey değil" dedi burnumun dibine giren bir çift yeşil göz.
"Oooo! Mustafa Bey, siz buraların yolunu bilir miydiniz?" içimde en ufak kıpırtı yoktu.
"Uzun süredir yurt dışındaydım, yeni döndüm ve ilk iş soluğu burada aldım. Özlendiğimi biliyorum. Bu yüzden ders sonrası sana yemek teklif ediyorum." derken göz kırpmayı ihmal etmedi.
Neydi şimdi bu? Resmen ayaküstü yalanları sıralamıştı. Ukala, yalancının tekiydi işte bu artık su götürmez bir gerçekti. "Nişanlının sağlık durumu nasıl" diye sorsam yüzünün alacağı şekil ve renk ne de güzel olurdu. Hem biraz eğlenmiş olurdum. Ama ne gerek vardı. Umurumda değildi.
"Dersten sonra işlerim var şimdi lütfen yerinize geçin."
"Hey! Neyin var? Hadi ama işin benden önemli olamaz" derken bana doğru bir adım attı.
"Hemen geliyorum" arka taraflardan bana işaret yapan Buse'nin yanına Mustafa'nın yanından kırılıp kaçarak gittim. Kurtarmıştı beni adeta.
Ders boyunca işime odaklandım. Mustafa'nın laf atmalarına karşılık vermedim. Ders sonrası Ezel'le dışarıda bir akşam yemeği planlamalı onunla konuşmalıydım. Bir boşluk bulup bir iki dakikalığına Ezel'i aradım. İstediği yerde, istediği yemeği hem kendine hem bana söylemek, istediği kadar porsiyon yemek ve benim ısmarlamam koşulu ile neden olmasın, diyerek sonuna birde "canım ablam" diye yapmacık bir şirinlik kondurarak telefonu kapattı. Fırsatçılık kanında vardı cadının. Onunla konuşmaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden kabulümdü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA Şovalye'm
Teen FictionLiseden beri arkadaş olan beş kişiyiz biz: Uğur, İdil, Melis, Ayça ve Deniz (yani ben). Her anı birlikte geçen suç ortaklarıyız. Ben duygu yoksunluğumla bilinirim. Fasulye sırığı boyumla erkeklerde otomatik olarak kompleks yarattığımdan şimdiye ka...