2

71 7 0
                                    

Aynı gece gözüme bir gram dahi uyku girmedi. Sabaha kadar yerimde bir sağa bir sola dönüp durdum. Adamın yüzünün hayali garip bir şekilde önümden gitmiyordu. Kalın kaşları, düz bir burnu ve gururlu bakan derin gözleri vardı. Ben yanına gitmeden önce suya girdiği belliydi, saçları jölelenmiş gibi geriye yatmıştı. Dudaklarını kıpırdatışı, söylediği cümlelerin ahengi aklıma geliyordu. Öfkeyle yatağımdan fırlayıp pencerenin karşısına geçtim. Sabah açılmak üzereydi, ufuktan güneşin ilk şafakları önümdeki uçsuz bucaksız ormanı aydınlatıyordu. Esneyerek pencereden çekildim, odanın içinde gözlerimi gezdirdim. Metropolde hayat öylesine kaynardı ki burada içim sıkılıyordu bazen, ne yapacağımı bilemiyordum. Telefonuma da şirket tarafından el koyulmuştu. Sözleşmem olduğundan sesimi çıkaramıyordum, çıkarsam da bana aldırmayacakları aşikârdı.

Şifonyeri açıp kıyafetlerimin üzerinde duran kitaplarımı inceledim. Sonunda Vasconcelos'tan Şeker Portakalı kitabında karar bulup elime aldım. Siyah pantolon, beyaz tişört üzerime de ince bir hırka alıp giyindikten, saçlarımı salık bıraktıktan sonra kitabımı güzel biryerlerde oturup okumak üzere odamdan çıktım. Görevliler herzamankinin aksine telaşla koşturuyorlardı, ne olduğunu sormak istesem de hiçbirini bir türlü durduramadım. Sonunda herhalde yeni uyanmış bir hizmetli diğerinden neler olduğunu sorduğunda, öteki "Müdürenin oğlu döndü." demiş, bunu duyan görevli de tıpkı diğerleri gibi bir işe yaramak için hemen koşturmaya başlamıştı. Telaş yapmalarını anlamak olanaksızdı, lakin herhalde büyük bir hazırlık yapılıyor diye düşündüm. Omuz silkip merdivenlerden aşağı indim. Tam dışarı çıkacakken, arkadan duyduğum sesle durdum, geriye baktım.

"Jennie... Sana isminle hitap edebilirim, değil mi kızım?" Çiftliğin sahibi, herkesin Bayan Kim diye hitap ettiği kadın bana taraf ilerlemekteyken tebessüm edip önüne gittim. Orta yaşlı, gözlerinden iyilik okunan bir kadındı, etrafı iyi kontrol etmek için çalışanlara bazen bağırsa da bu birkaç günden çıkardığım kadarıyla kalbinin güzelliğinden asla şüphe edilmezdi. İnciden kolye ve inciden küpeler takıyordu, lacivert etek ve takım tarzında ceket giyiyordu. Saçlarını arkadan broşla toplamışken ingiliz kadınlarını anımsatıyordu.

"Tabii ki." dedim sorusuna olumlu yanıt vererek.

"Bu kahvaltıda bize katılmak ister misin? Oğlum uzak bir ülkeden döndü, onun gelişini kutlarken bütün Vesta ailesi toplanacak. Ayrıca senin gibi özel bir konuğun, aynı zamanda güçlü bir kadının soframızda bulunmasından da onore oluruz."

Kadın o kadar nazikti ki resmen bütün resmiyeti yıkıp sıkı sıkı sarılmak istemiştim.

"Elbette katılırım hanımefendi, buraya ileriki zamanlarda maalesef sık sık gelemeyeceğim ve ayrıldığımda da burayı, sizleri fazlasıyla özleyeceğimi biliyorum. Sizinle ne kadar çok vakit geçirirsem o kadar çok mutlu olurum."

"Buyur." deyip gülümseyerek yol gösterdiğinde, birlikte masaya doğru ilerledik. Garsonlar masayı donatırken elimde kalan kitabı masanın kenarına bıraktım ve karşıdan görünen boş alanı izlemeye koyuldum. Masa, otelin restoranının içinde değildi, yani balkon gibi çıkıntılı, ayrıcalıklı bir yerdeydi. Burada ancak özel misafirlerin ağırlandığı belliydi. Doğranmış karpuzlar, çilekler, salata, zeytin ve birçok kahvaltılık porsiyonlarda getirilip dizildi, tanımadığım birkaç kişi de gelip oturdu. Tatlı bir sohbet dönüyor, bense insanların sohbetine kulak asmadan hâlâ boş alanı seyrediyordum. Çöl gibi, zevk vermeyen bir boşluktu, sadece bu masanın önünde, "balkonun" tahta sehpasının dibinde bol bol çiçek saksıları dizilmişti. Uzaktan at sesleri duyduğumda boş alanın atları sürmek için kullanıldığını anladım, böylece burasının ne işe yaradığına dair aklımda yaranan sorular da yanıt bulmuş oldu.

Spring DayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin