4

60 6 0
                                    

Otel odası gözlerime, üzerinde deney yapılacak sıradışı bir mahlukatın kapatıldığı kapalı bir oda gibi gelmeye başlamıştı. Sanki buraya sıkıştırılmıştım, lakin anahtar elimdeyken hapishaneden kaçıp gitmeyen bir mahkûmdum. Sanki burası dünya değildi, burası bütün duygulardan, insanlardan arınmıştı, burada pişmanlık yoktu, özlem yoktu, panik yoktu, acı yoktu, mutluluk yoktu, suç yoktu, ceza yoktu. Ellerimi boğazıma sarmış, ağlamama engel olmaya çalışarak yatağımda tıpkı bir ruh hastası gibi bir ileri bir geri sallanıyordum.

Gece arabada ağzını bıçak açmadan beni buraya bırakmış, sonra da kendisi başka bir yere sürüp gitmişti. Kendimi salıp kapısını kilitlediğim odadan da o andan itibaren çıkmamıştım, sabaha kadar yatakta kollarımı dizlerime sarmışken aynı pozisyonumu değiştirmeden oturmuştum. Sabaha kadar zihnimle duygularım arasında bir savaş vermiştim. Şimdi yorgun düştüğümü hissediyordum. Kollarımın bağını çözüp yorganımdan destek alarak kalktım. Gündüz çoktan açılmıştı fakat gökyüzü bulutlarla kaplı olduğundan hava kapkaranlıktı. Ayaklarım pencerenin önüne gitti, desteği tutup camı açtığım an içeriyi buz gibi hava dalgası doldurdu. Rüzgar tokat gibi suratıma çarptığında şafak vaktine kadar damaklarımı dişleyerek kendime karşı koyup sakladığım ağlayışıma yenik düştüm. Aldığım soluk durduramadığım hıçkırığıma dönüştü.

O deney odasından çıktığımı farzettim ve hakiki dünyaya geri döndüm. Kabaran duyguların yığınla üzerime doğru harekete geçti. Bir elim pencerenin kulpunda, diğer elim de ısıtıcının üzerinde salık dururken çocuğunun cesedinin yanı başında duran bir anne gibi feryat figan ağladım. Kendimden nefret ettiğimi hissediyordum. Her zerremden, beynimden, psikolojimden, hislerimden, yaptıklarımdan, hayatımdan nefret ettiğimi kavrıyordum.

Ben böyle olmasını hiçbir zaman istememiştim. Biriyle bir ilişkiye hazır değildim, hele kendim durmaksızın ruhumu delen fırtınalarla uğraşırken yeni bir tufana daha sine geremezdim. Bütün umudumla, sevgimle, arzu ve tutkularımla onunla birlikte olsam bile gidişat nâmâlum, netice belirsizdi. Birbirimize acıdan başka birşey yaşatmazdık ve geriye de ruhumuzun küllerinden başka tek birşey kalmazdı. Orada beni öpmesine izin verecektim, el ele tutup yepyeni mükemmel hayatın kollarına atlayacaktık, öyle mi? Sonuç; sabun köpüğü. Hiçbir şeyin beklediğimiz gibi basit ve kolay olmayacağına adım kadar emindim. Özünü bulamayan bir adamın göğsüne, karakterinin dalları arasında kaybolmuş bir kadın sığınamazdı. Şaşaalı isim konulmuş o lanet hastalıkla boğuşurken bir kumarbazın ellerini tutup yarına gülümseyemezdim.

Hep yaptıklarımı küçümsedim, buzdolabı olmayan, eğri yataklı, küçük eski püskü bir evde stajyerlik hayatımıza başladığımızdan beri ayakta kalabilmek için kafama döve döve düşmeden ilerlemeye çalıştım. Saatlerce dans edeceğimiz belirtildiğinde, kendi kendime bunun kolay olduğunu, ardından yatıp dinleneceğimi ve hepsinin geçeceğini söylerdim. Yıllar boyunca aynı şeyi tekrarladım, sabrımı zorladım, sonucunun güzel bir yere çıkacağını düşünerek yaptığım herşeyin kolay ve basit olduğuna kendimi inanırdım. Sanırım, unuttuğum şeylerden biri de şikayetlenmekti.

Bir insanın, duygularını unutmasının ne demek olduğunu bilir misiniz? Hergün ruhundan parçalar kopup gidiyordur ve bunun farkında bile değilsindir. Gözlerini bir hedefe dikmişsindir, tıpkı atıcı gibi bakışlarını o noktadan ayırmıyorsundur. Geri kalan herşey sana göre boş ve önemsizdir, bu kaideden kaçmak istesen bile etrafın hemen bütün kapıları kilitler ve seni birer laboratuvar faresi misali olduğun alana kıstırır. Bizlere, bizi sevmeyenlere aldırmamamızı, başarıya odaklanmamızı, insanların yaralayıcı sözlerini ve nefretlerini görmezden gelmeyi ya da hepsine katlanmayı öğrettiler. Neden katlanacakmışım? Belki ben sizin kirli başarılarınızdan usanmışımdır ve özgürlüğümü iki ya da altı harfli bir şirketin yükselişi adına satmak istemiyorumdur? Biri sizden nefret ederse sebebini merak etmez misiniz? Nefretinin sebebinin, bir dünyada var olacak en mânâsız ve gereksiz birşey olduğunu öğrenince, o nefreti götürüp nefret edenin başına öfkeyle çakmaz mısınız? Biz çakamadık. Çünkü biz farelerdik. Herhalde ben de bilim adamlarına orta parmak çekip laboratuvardan kaçan bir fareydim. Ama hâlâ fareydim. Anlayabiliyor musunuz? Fare olduğunuzu kabul edebiliyor musunuz?

Spring DayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin