5

76 6 0
                                    

Bu bölüm cinsel içerik barındırır!

-

Rosenfeld - Do it for me

-

Ağaçların yaprakları arasından parlayan güneş ıslak tenimi çoktan kurutmuştu. O gün, orada, kaç saat beklediğimi bilmiyorum, belki zorunluluk altında olsa bile kimse kimseyi o kadar süre kıpırdamadan temkinle bekleyemezdi. Sanki kıpırdanırsam birşeyler bozulacaktı, sanki parmağımı oynatsam hemen kilidim kırılacaktı ve kalkıp çiftliğe, hatta çiftliğe değil Seul'e dönecektim. Kilitlemiştim, evet, kendimi oraya kilitlemiştim, o gelmediği süreçte de rahat bir nefes dahi alamayacaktım.

Durulan su dümdüz önümden akıp zaman misali geçiyordu. Zaten artık zaman kavramını unuttuğumu hissediyordum. Üzerimde ne telefon, ne saat, ne çanta, hiçbir şey, bana aldığı siyah elbiseden gayri hiçbir şey yoktu. Şarkım durmuş, ağlamam dinmişti. Herşey sakinleşmiş gibiydi fakat birtek içimde o inatla beklemeye devam eden ruhum sakin değildi. Ve geldi, sendeleye sendeleye, ayakta durmakta zorlanarak geldi ve bedenini biraz karşı tarafta yere bıraktı. Gelene kadar onu bekleyecektim ve kim bilir belki hiçbir zaman gelmeyecekti, belki de orada açlıktan ya da susuzluktan öteki tarafa gidecektim, hiçte dramatik olmayan ölümüm böyle gerçekleşecekti.

Hâlâ üstüne oturduğum büyük yaprağın üzerinden kalkmadan durup onu izledim. Tıpkı birkaç gün önceki gibi, arkasından bekleyip onu izledim ve tıpkı birkaç gün önceki gibi yine onu seyretmeye daldım. Büyüsüne kapılıp gittim, zincirlenmiş gibi dünyasında sürüklendim. Sarhoş olduğu her halinden belliydi. Yine kollarını dizlerinin üstünden öne sarkıtıp oturmuştu, sadece birkez parmaklarıyla gür saçlarını karıştırdı ve sonrasında hareketsiz durdu.

"Jennie!" diye bağırdığını duydum. İrkilip ellerimle yerden destek aldım, öyle bir bağırmıştı ki sanırsın çetesiyle birlikte döveceği adama bağırıyordu. "Orada olduğunu biliyorum!" dedi, kahkahalarla gülmeye başladı.

Şaşkınlıkla kalktım, yavaş adımlarla yanına gidip ayak üstü arkasında durdum. Gölgemi farkedip başını geriye çevirdi, yüzü bacaklarıma yakın olduğundan birden tökezlesem de gözlerini yüzüme çıkardı ve ağzı açılı kaldı.

"Harbi burdaymışsın?!" derken deterjan reklamındaki kadınlar gibi elini şok içinde ağzına götürdü. "Ben öylesine söylemiştim oysa..."

Geçip yanına oturdum. "Kaybettin, değil mi?"

Kollarını iki yana açıp gülümsedi. "Ben ne zaman kazandım ki?" Hemen sonrasında dudaklarını büzüp sol elinin tırnaklarını sağ koluna yerleştirip hızla kaşımaya başladı. "Lanet böcekler..."

Tepki vermedim. Kaşınmayı kestiğinde konuşmaya devam etti.

"Neden oynuyorum biliyor musun?" İşaret parmağını havaya kaldırıp öğretmen edasıyla sordu. "Biliyor musun?" diye yineledi.

"Hayır, bilmiyorum."

"Üzülmek için... Çektiğim acının sebebine bir isim koyabilmek için. Çünkü hayat kumardan faha fazla acıtıyor. Çünkü tanrı adil oynamıyor, Jennie. Tanrı hayat denilen bu kumarı bizim - solucan misali insanların oynadığı kumar kadar bile adil oynamıyor."

"Belki adil oynamayan sensindir. Ya da belki hayat bir kumar değildir. Başka pencerelerden bakmayı denedin mi hiç?"

"Kırdım o pencereleri ben." Burnundan güldü. "Bütün çileyi biz çekiyoruz. Bütün kartları o dağıtıyor, bütün paralarıysa biz kaybediyoruz. Sonunda da biz ölüyoruz. Tanrı kazanıyor. Adalet arayan dindar insanlar tanrıyı sorgulasalardı benden daha beter bir vaziyette olurlardı herhalde."

Spring DayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin