Bölümleri medyaya bıraktığım şarkılarla okumanız önerilir.
-
Sözleri o kadar samimiydi, hareketleri öylesine farklı izlenim veriyordu ki eski beni, o eski hayatımı resmen unutmuştum. Hatta kameralardan ayrılmam bir haftalık bir süreci kaplamasa bile, ne zamana kadar süreceğini bilmediğim bu tatilde önceden hiç tanımadığım bu adamın yanında, beş yıllık sanat hayatımdan 'eski hayatım' diye bahsediyordum.
Yol ilerlemesi imkansız bir hale geldiğinden ne yapacağımızı bilemez halde ağaçların orada kalmıştık. Demin dediklerini zihnimde tartıyor, kuru görünümünün altından çıkan kişiliğini hazmetmeye çalışıyordum.
"Yol sıkıntılı." dedi vazgeçer gibi elini havada sallayarak. "Atını geri sürmen gerekecek. Döndürürken dikkat et."
Dakota'nın dizginini çekip ihtiyatla dar alanın ortasında geri çevirdim, geldiğimiz yolla dönmeye başladık. "Gideceğimiz yere başka taraftan da yol var. Ama önce atları bırakmamız gerek. Yoruldular."
Atları görevliye teslim edip orman yoluna daldığımızda, önden yürüyor, yeni açan çiçekleri izliyor ve cıvıldaşan kuşların müziğine kulak asıyordum. Uykusuzluğumdan dolayı sarhoş aklındaydım, deminden beridir de at üzerinde olduğum için adımlarımı savruk atıyordum. Buna rağmen, tabiatın sesiyle onun arkamdan gelen adımlarının hışırtısı bir uyum içinde ruhuma dinginlik vermişti.
"Buradan." dedi, belime hafifçe dokunup doğru yolu gösterdi. Anında çekilen nefesim karnıma sancılar verirken gösterdiği tarafa gittim, elini belimden ayırdığında alıp veremediğim nefesim sonunda çıktı. Sığ ağaçların arasıyla ilerledik. Bu ormanın garip yanı şuydu ki, alışılageldiklerin aksine ağaçların çoğu kısa boyluydu, tropikal ormanları andırıyordu. Kuşların sesi yerini su şırıltısına bıraktığında, önüme açılan manzara karşısında hayrete düşmüştüm.
"Çok güzel..." dedim parmaklarımı ağzıma götürerek.
"Ee, şelale yeraltından çıkmıyordu herhalde değil mi?"
O şelaleyi yaratan bu çaydı. Doğanın gücü öyle güzeldi ki, bu çay kilometrelerce akıyordu, biryerlerde toprak çöküntülüydü ve suyun aktığı bu derede şelale yaranıyordu. Herşeyin güzelliği planlanmış gibiydi, insanoğlunun asla yaratamayacağı mucizeler hep doğada saklıydı. Çay deresinin üzerindeki tahta dar köprüye koşturdum. İplerden tutunarak ve ayağımın altında gürültüyle akmakta olan çaya bakarak yürürken arkamdan onun geldiğini de seziyordum.
"Bu ormanda hep keşfedecek birşeyler var mıdır?" Durup ona döndüm. "Tıpkı insan ruhu gibi. Karman çorman, gizli ve aynı zamanda güzel."
"Evet." dedi kuru kuru. Yanaklarımı şişirdim.
"Neden bazen şaşılacak derecede dünya görüşlü bazen de dönüp dönüp dövsem adam edemeyeceğim bir demir oluveriyorsun?"
"Bilmem..." İplerden tutunup yüzünü çayın aralarıyla aktığı kocaman dağlara dikti. "Yani genelde kaynayıp karışan biriyim. Ama gereksiz gülümsemeyi sevmiyorum. Ha bir de bazen ne diyeceğimi bilemediğim anlar oluyor."
Gülümsedim. "Kendini bundan daha iyi betimleyemezdin. Bir de beni gör..." Tıpkı onun gibi dağlara doğru döndüm ve gözlerimi beyaz sulara diktim. "Hayat bu su gibi şırıl şırıl akıp geçiyor ve sorsan ben bu yaşımda hâlâ kendimle ilgili tek bir cümle söyleyemem."
"O kadar da yaşlı değilsin."
Güldüm. Biraz sustuk. Bana uydu ve ağzını bıçak açmadı.
"Baksana," Ona doğru çevrildim. "Gerçi sen benimle ilgili şimdiden benden çok şey söyledin. Cesur ve hırslı olduğumu söylemiştin. Mevcut rejime karşı koyup ağlamamla ilgili birşeyler de demiştin. Başka ne var? Bana beni anlatsana Taehyung."
![](https://img.wattpad.com/cover/277843857-288-k421895.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Spring Day
Fanfictionwhistling my name. open up a beer, and open the book too. he watching her get undressed trigger your weapon. don't know where you're going. mix lyrics with your own words. that's the thing. 🪶vanessa, 2021 °taennie.