1

147 8 0
                                    

O zamanlar, hayatımın en dolambaçlı dönemlerini yaşıyordum. Kalbim kırıktı. Eminim gülüyorsunuzdur çünkü bu kelime o kadar basitleşti ki. Ya insanlar oldukça kabalaştı, ya da herkes kalbini çıkarıp yolun ortasına bıraktı ve bu yüzden gelen giden tarafından sürekli kırılıyorlar. Bu bile bir zihniyetsizlik aslında, kırılmak deyince akla hep iki insan geliyor, biri elinde çekiçle, yüzünde gaddar bir ifadeyle durmuş, diğeri de ezilmiş, korkmuş, yorulmuş, mazlum - artık her ne kadar kavram varsa hepsi gibi bitkin bir vaziyette. Ne yalan söyleyeyim, eskiden benim de aklıma bu görüntü geliyordu. Ancak kırılmanın tek kişilik bir hususiyet olduğunu bizzat kendi üzerimde yaşadıklarımın tecrübesiyle öğrendim.

Küresel ısınmanın fazlasıyla belli olduğu gelgitli havalar yeryüzünde hâkim olsa da, bahar daha yeni gelmişti. Normalde (ya da anormalde) hangi mevsim olduğunu görmezdim, görsem de umursamazdım, lâkin monoton hayatımda aniden değişikler baş vermiş olduğundan, kaosun merkezi başkent Seul'den kısa bir süreliğine uzak düşmüştüm. Yaşamımın boşluğunu farkettiğim zaman, yani daha reşit olmadığım zamanlarda gözüme büyük gelen hayallerin peşine düşmüştüm ve böylece kendimi metropole teslim etmiştim. Küçüklüğümden beri de başka yerlere gitsem bile evim hep orası olmuş, nasıl bir ülkenin başkenti olursa Seul de benim başkentim olmuştu.

Son birkaç aydır geçirdiğim ani ruh hali değişimleri yakın günlerde üst düzeye çıkmaya başlamış, yavaş yavaş diğer insanlar tarafından da farkedilmişti. Daha küçükken stajyer olarak başladığım işimi ilerletmiş, uç seviyelere götürmüş, ünümü grubumla beraber dünyaya duyurmuştum. Tüm gün çalışır, sanatın ruhsal zevklerini hayatın gerçek zevklerine tercih ederdim. Gerçek hayattan ne kadar kaçabilirsem o kadar kaçmıştım. Fakat duygular bastırıldıkça, biryerde o işin ucu kaçıyordu ve insanın ruhu âdeta bir havaifişek misali patlıyordu.

Önce herşey hevessizlikle başladı. Sonrası yerini yetersizliğe bıraktı ve bu, içinde yüzdüğüm karadeliği daha da genişletti. Ayağa kalkmaya heves olmayınca doğal olarak insanın yürüyüşü de canlılığını yitirir. Sahnede iki üç kez bodozlamam bile insanların tarayıcı makineye benzeyen gözlerinden kaçmamış, hemen üzerine sosyal medyadan linçler başlamıştı. Öz hayatına yetemeyen bir sürü böceğin, benim Blackpink'e yakışıksız durduğumu söylemesi ayrı bir trajikomik olaydı. Bunca yıllık tecrübemle öğrendiğim tek şey vardıysa o da şuydu; insanlara söylemek istediğin şeyleri suratlarının ortasına fırlatman gerekirdi. Bunu elimde olmayan sebeplerden dolayı hiç yapamasam da, çoğu kez öfke kusmak istediğim kişiyi önümde hayal edip ağzıma geleni söylerdim. Dünyaya o güzelim güzel kibar görünümü yaratmak efor talep ettiği için herhalde buna hakkım olduğunu düşünüyordum.

Çirkin olduğumu düşünenler kendi zihniyetlerinin çirkinliğini görmek için aynaya bakmalılardı. Suratsız olduğumu düşünenler hiçte bütün gün ışıl ışıl gezmiyorlardı. Agresif olduğumu düşünenler... Acilen düşüncelerini değiştirmelilerdi. Zordu, değil mi? Kendine odaklanmak, başkalarını düşünmemek ve kimseyi eleştirmemek zordu onlara göre. Onlara zor gelen şey bunlarken, bana zor gelen şey birilerini eleştirmek, hep başkalarını dibe çekmeyi düşünmekti. Onların kolayı benim zorum, benim kolayım onların zoru olduğu için dünyayla asla anlaşamamıştım ve anlaşamayacaktım.

Günlerin bir gününde, gözdelerin gözdesi ya da grupların gözdesi Blackpink katıldığı bir ödül töreninde bir sonraki performanslarını beklerken, Jennie Kim - yani ben, kameraların gayet farkında olarak, binlerce idolün ve grup arkadaşlarımın önünde, ellerimle yüzümü kapatıp hüngür hüngür ağlamaya başladım. O an duygularımı dizginleyebilecek durumdaydım ve hiçte öyle bilincimi falan kaybetmemiştim. Her ne kadar yaptığımın nelere mal olacağıyla ilgili tahminlerde bulunup korksam da, bunu yapmak hoşuma gitmişti. İkibin robotun bulunduğu bir yerde ağlamış ve robot olmadığımı göstermiştim. Bu, takdire şayandı.

Spring DayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin