1

16 1 0
                                    

Ah deli kalbi, Eylül'ün bir akşamında yine estiriyordu genç kızın gönlü. Belki yorucu belki sıkıcı gelecek ama Hazan yine kendi başına yurt odasında oturuyordu. Akreple yelkovanın birbirini kovalamasını izlemekten ziyade kitap okumayı tercih ederken sırtını yatağa bırakmıştı Hazan. Belki bir belki iki saat kadar kitap okuduktan telefonunun alarmının çalmasıyla yerinden kalktı ve hazırlanmaya gitti.

Annesi yoktu Hazan'ın, babası ile ya görüşür ya görüşmezdi. Babası Hazan'ı sevmediğinden değildi elbet bu durum. Annesinin kehribar gözleri, o simsiyah saçları güzel kızına sirayet etmişti. Tek yanağında ki gamzesi hele. Ah nasıl da baktıkça içi gidiyordu Rasim'in kızına. Katlanamıyordu Rasim. Can yolum dediği eşini, doğumdan bir yıl sonra kaybetmesi ve hala eşinin yasını tutması sebebiyle soğuk, kimsesiz bir adam olarak kalmıştı Rasim. Hazan koymuşlardı kızlarının adını. Üstelik doğduktan sonra bir ay kadar da isimsiz kalmıştı güzel kızları. En sonunda demişti Rasim'in eşi, Hazan olsa olmaz mı? Hazan gibiydi meleklerinin gözleri. Kimi zaman sarıya çalan kahve kimi zamansa minik parıltılı yeşiller. Rengi değişmesin diye çok dua etmişlerdi kızlarına. O güzel gözleri annesinden hatıra kalmıştı Hazan'a işte. Oysa ki nereden bileceklerdi ki bir ay isimsiz kalan Hazan'ın yıllarca çaresiz kalacağını.

Hazan, üniversitede ek iş olabilmesi amacıyla bir kafede çalışıyordu. Ah o kitaptaki kızlar barda çalışıyorlardı değil mi? Ne kadar da aptaldılar. Sonra barın sahibi onlara aşık oluyordu ama unutmamak gerekir ki adam çok sert ve ketumdu. Üstüne üstlük gencecik yaşında kendi çabasıyla zengin olup sözde karanlık dünyanın efendisiydiler. NE BÜYÜK KLİŞE. Aman Allah'ım saçmalık! Hayat çok acımasızdı genç kıza göre. İki arkadaşıyla aynı yerde çalıştığı için yine de şükretti güzel kız. Bir parantez daha belirdi genç kızın kafasında, bu başrol kızlarımız hep yalnız, çok başarılı ve çok güzel olurlardı. Neden bunları şimdi düşünüyordu bilmiyordu Hazan fakat aynadaki yansımasından hafif olan burun kemeri ona gülümserken 'güzellik' algısı aklına getirmiş olmalıydı. Gözlerinin güzel olduğunun farkındaydı ama. Aması vardı işte. Ağzında gümüş kaşıkla doğanlardan değildi genç kız. Olmayı istemesi mi? Asla.

Siyah jeanin üzerine giydiği siyah v yaka tshirtünün üzerine düğmeli bir hırka aldı genç kız. Üşüyordu. Annesinden bir miras daha. Isınamama. Annesine bu kadar benzemiş olması çok hoşuna gidiyordu genç kızın. Yanına olduğunu hissediyordu her aynaya baktıkça genç kız.

Metroya doğru yürüyordu genç kız. Ne kadar güzel esiyordu. Saçları dalgalanırken kulaklığını çıkartıp bir müzik açtı. Babasıyla olan (!) ilişkileri sebebiyle kendini dışarıda olabilecek aktivitelere vermişti Hazan. Bir sürü arkadaş edinmiş, müzik aleti çalmayı öğrenmiş, pek çok spor dalına kaydolmuş, Uzakdoğu sporlarıyla da ilgilenmişti hatta. Aralarında en sevdiği ise müzik olmuştu. Seviyordu.
Metrodan indikten sonra kafeye doğru yürümeye başladı. Beş dakikalık yolun sonunda kafeye gelebilmişti. Kafenin içerisindeki arkadaşları ona gülerek selam verirken küçük denilemeyecek kafede işlere koyulabilmek için hemen tezgâh arkasına ilerledi. Üstüne beyaz lakos geçirip önlüğünü bağladı ve işlere başladı.

Saat 23.00 olduğuna artık kafeyi kapama vakti geldiğinde hızlıca içeriyi temizleyip arkadaşlarıyla deniz kenarına inmeye başladılar. Hava o kadar güzeldi ki. Yüze vuran rüzgâr. Sigara kullanmadığı halde bu rüzgârda arkadaşlarından yüzüne vuran sigara dumanı, arada sigara içmesini tetikliyordu. Soğuk rüzgârda dalgalanacak olan bir parça duman sanki içindekileri alıp savuracak gibi. Sanki o vereceği duman dertleri de alıp götürür gibi. Ahmet'ten bir sigara istedi. Ve o zehiri ateşleyerek içine çekti. Zaten zayıf olan yüzünde yanakları iyice içeri göçtüğünde gözlerini kapama ihtiyacı ve rüzgârı soluma ihtiyacıyla doldu genç kız. Yan tarafına gelen araba ile nispeten kenarda duran genç kız arkadaşlarının yanına doğru geçti. Arabadansa iki erkek çıktı ve onlarda denize nazır sigara içmeye başladılar. İstanbul, sen âşık olunmaya değer bir şehirsin.

İçine anlamsız çöken hüzünle arkadaş sohbetine dahil olamıyordu, normalde bu durumlardan hoşlanan birisi hiçbir zaman olmamıştı. Morali bozuk olduğunda ortamı düşüren insanlardan hiç haz etmezdi. Allahtan arkadaş ortamının göz bebeği değildi. Ahmet'in ona bakarak sigara içtiğini görünce kendini kötü hissetti istemsiz. Her ne kadar arkadaş olarak görse de Ahmet'in onu öyle görmediğini biliyordu. Güzel çocuktu, iyiydi korurdu, biliyordu, seviyordu da ama olmuyordu. Hazan bugüne kadar kimseyi sevememişti, sevmek istemiyordu ki. Birisine sevecek olduğunda kaçardı, arkadaşlarını değiştirir, işini değiştirir, gittiği kafeyi, kütüphaneyi değiştirir ama yine de aşık olmak istemezdi. Babası vardı ya gözünün önünde. Aşk neler yapıyordu bilmiyor muydu sanki genç kız. Aptallık! Tek kelime ile irade yoksunluğuydu, bunca yıl kendisi kendisini kurtardıktan sonra dizginleri başka birisine vermek mi, ah asla!

Bunları düşüne dururken arkadaşları da sessizleşmişti. Gecenin ayazı onları da rahatlatmıştı anlaşılan. Bu sessizlikte yere düşerek ses çıkaran zippo, genç kızın postallarına çarparak durdu ve ayağının yanında kaldı. Zippoyu eğilerek yerden alan genç kız arkadaşlarına baktı fakat arkadaş ortamında zippo kullanan olmadığını bildiği için az önceki arabaya doğru yöneldi. Arabaya yaslanan genç adam direkt Hazan'ın gözlerinin içine bakıyordu. Bir yandan da sigarasını üflüyordu. Göz göze geldiklerinde içinin ürperdiğini hissetti genç kız. Gözleri. Tehlikeliydi. Gözlerini de çekemiyordu genç kız, genç adamın yanındaki sarışın adam ise bir an yere baktıktan sonra kıza çarparak duran zipposunu almak için yönelmişti genç kıza.

"Ah af edersiniz, elimden düştü." diyerek genç kıza bakıyordu fakat nereye baktığını fark eden adam,
"İsterseniz siz de kalabilir." söylemiyle genç kız trans halinden sıyrılarak yanındaki adama baktı. En az tehlikeli gözleri olan adam kadar uzun olan sarışına bir ters bakma gafletinde bulundu. Kıza göre bu hareket "Ne münasebet!" demekti. Ne münasebet?

"Sorun değil" diyerek genç adama uzattı zippoyu ve bakışların hala üzerinde olmasının verdiği rahatsızlıkla kollarını kendine sararak ani gelen üşüme dalgasını bertaraf etmeye çalıştı. Bu durumdan rahatsız olan Ahmet, "Hazan, gel geç" diyerek omuzlarından tutarak hafif sarılma şeklinde kızı göremeyecekleri şekilde yanına aldı.


Ortamda hala ses çıkmıyordu. Sigarasını bitiren Betül ile herkes birden ayaklandı. İki dev adamın yanından geçerlerken tehlikeli göz, kızın koluna dokundu, ah keşke dokunsaydı sadece kolunu tutmuştu. Tekrar göz göze gelen genç kız ve adam birbirlerine bakarken genç kızın elini açtı adam, kendi zipposunu kızın eline koyan adam, "Niyetimiz sizi rahatsız etmek değildi, iyi geceler" diyerek kızın kolunu bıraktı ve kızın markasını dahi bilmediği fakat lüks olduğu her halinden belli olan aracına yöneldi.

Kokusu, gözlerine tezat bir şekilde, söylemek istemiyordu. Ama güzeldi. Elleri de sıcaktı, üzerinde olan hırkadan bile sıcaklık yayılmasına vesile olmuştu. Kendisinden çokça büyük duruyordu. Yakınına geldiğinde ise gözlerindeki tehlike sanki iki kat artmıştı. Babasına ne kadar da benziyordu gözleri. Kerem ve el ele tutuştuğu sevgilisi Elif'in çıkardığı sesle kendine gelen genç kız giden arabaya baktı. Az önce neler olmuştu. Her şeyi bir kenara koyarsak bir dakika
"Ne münasebet?"

Dar SokakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin