Dangalaklar, çocuk gibi dövüşüyorlar hala. Bana ne bunlardan yahu? Durduk yere başıma iş alacağım. Ahmet bir türlü susmak bilmedi yol boyunca, hala söylenip duruyor, sabrımı taşırdı artık.
"Bir sus artık be adam, ne diyorsun yine ya?" diye azarladım.
Ahmet'te, "abi valla bu puştlar başlattı benlik bir durum yok, zaten dinleyince hak vereceksin bana." dedi kısık bir sesle.
"Tamam yahu anladım, konuşup çözeriz bir şekilde."
"Sen yine de al şunu abi, yanında bulunsun." dedi, elindeki gravür işlemeli bıçağı göstererek.
"O ne lan?"
"Benim baba yadigarı abi, sende dursun."
"Sende zerre akıl varsa bende bir şey bilmiyorum, biz katil miyiz geri zekalı?" diyerek çıkıştım. "İstemez bıçak falan. Oğlum bak kavga yok, benim iki güne iş görüşmem var imajı bozamam." diye ekledim.
"Al abi yine de, hem bende durursa belki daha kötü olur. Benim sinir saman alevi gibi biliyorsun."
"Ver Allah'ın belası ver, bende dursun senin ne bok yiyeceğin belli olmaz." diyerek bıçağı elinden alıp kargo pantolonumun dizindeki cebine soktum.
Geldiğimiz yere bak amına koyayım, şehirden uzaklaştık, derme çatma bir getto mahallesi gibi bir yer burası. Her yerde at bokları, çöp kokusu ve çarpık inşa edilmiş gecekondular var, sanki modaymış gibi herkesin üstünde beyaz atlet var, insanların yüzlerinden fakirlik akıyor.
Etraftaki tekinsizliğe sinir olarak "oğlum neredeyiz amına koyayım? Bizi nerelere getirdin?" dedim Ahmet'e.
"Abi bir sakin ol ya, valla pişman edeceksin seni getirdiğime."
"Tamam bak birader, bu işi çözelim bir daha beni böyle şeylere bulaştırma."
"Anladım abi, senin canın sağ olsun." dedi mahcup bir tavırla.
Mahallede biraz daha ilerledikten sonra, bir dönercinin yanından, oto-yıkama olduğunu düşündüğüm bir mekana doğru yürümeye başladık. Ahmet heyecanını bastırmaya çalışıyor gibiydi. Meseleyi de tam anlatmadı ki, ne sorarsam sorayım "Abi hatırım için bir şey sorma ben konuşurken yanımda ol yeter." deyip geçiştirdi.
Oto-yıkamaya yaklaştığımızı fark eden mekanın önündeki üç eleman, bize doğru bakıp gizlice Ahmet'i işaret ediyorlar gibiydi. Bunlardan birisi uzun boylu bir çam yarması, berisindeki adam ise tıknaz diyebileceğim bir tip, sonuncusu ise saçları ya komple dökülmüş yada kafasını kazıtmış bir dazlaktı. Dazlak olan bizi görünce, mekana doğru seri adımlarla girdi. Sonrasında yıkamacıdan dışarı, elindeki İngiliz anahtarını sıkıca kavramış şekilde, göbekli, atletli bir eleman çıktı. Bizi biraz sürdükten sonra Ahmet'e seslendi
"Gel burada kodumun piçi gel, gel!"
Bu küfürler beni çok gerdi. "Ahmet n'oluyor amına koyayım? "demeye kalmadan, Ahmet söve söve adama doğru yürümeye başladı. Anlaşılan hırgürdür çıkacak. "Ahmet dur oğlum. Sakin ol." derken bir yandan, "sıkıntı neyse konuşalım böyle söve söve bir yere varamayız kardeşim", dedim adama. Fakat beni dinleyen yoktu.
Kaldırımdaki iki kişi Ahmet'in üzerine çoktan çullanmışlardı, içlerinden tıknaz olanı Ahmet'in boynunu sıkarken "sana bir daha buraya gelme demedik mi? Bizi zorla katil edeceksin." diyor ve yakasını çekiştiriyordu.
Konuşma faslını geçmiştik, Ahmet'i de alıp gitme vakti geldi. Tıknaz olana arkadan yaklaşıp penyesinden çektim ki, Ahmet uzun boylu elemanın da altından çıkıp sıyrılabilsin. Bunu yaptığım gibi kulağımın üstüne bir yumruk yedim. Uzun ve gayet sinir bozucu çınlama ve göz kararması geçtikten sonra vuranı gördüm. O atletli lavuk vurmuştu, bağrışmalardan ismini anladığım kadarıyla Nejat mı, Nejdet mi her ne sikimse?
Bir kaç saniye yerde oyalandım, tam ayağa kalkıyordum ki, bir kaç tekme isabet etti karnıma. Gözümü biraz araladım, kısa süre içerisinde bir sürü elemanın, beni ve Ahmet'i yerde tekmelediğini gördüm, bunlar yerel esnaftı hatta köşedeki dönerci abi bile gelmişti. Başımızda biraz bağırıp, bizi biraz daha hırpaladıktan sonra dağıldılar. Bir süre yerde uzanıp, yediğimiz dayağın yorgunluğunu attıktan sonra Ahmet beni ayağa kaldırdı.
Ahmet soluk almakta güçlük çekerek, "abi hadi gidelim üstümüz başımız yara bere içinde."
Ben çok sinirliydim, biz buraya kurbanlık koyun gibi gelmiştik. Bana kavga olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemesi gerekiyordu. Ahmet'in yediği dayağı da görünce Allah vermiş belasını diyerek uzatmadım. Ama bu burada bitmezdi be koçum, içimde bitmeyen bir sinir açığa çıkıyor, kendimi tutamayıp durmadan söyleniyordum.
"Kim bunlar amına koyayım? Hepsini ayrı ayrı sikicem. Ama o dönerci yok mu? Onu var ya bitireceğim onu. Ya da şu atletli dombili var ya kodumun pezevengi." diyorum parmaklarımın etlerini koparıp atarken.
"Tamam abi yarım saattir sadece sövüyorsun bir sakin ol, bana gidelim ağzımızı yüzümüzü silelim hem biramızda var dağıtırız, sinirimiz geçer." dedi Ahmet.
O sırada bacağımda bir sızı hissettim. Ahmet'in bana vermiş olduğu bıçağın bacağıma saplanmış olduğunu fark ettim ve yavaşça elimi cebime sokup bıçağı dışarı doğru çektim. sanırım tekme yerken zaten yalama olmuş olan kını çıkmış ve bıçağın keskin tarafı bacağıma bu sayede girmişti. Konuşursam Ahmet'e patlayacak olduğumdan, sessiz kalmayı tercih ettim. Zaten bıçak çokta derine girmemişti, evde iyi bir pansuman ve buz gibi bir bira keyfimi yerine getirirdi nasıl olsa.
Aradan saatler geçti ancak öfkem hala dinmiyor ve içimde inanılmaz derecede büyük bir intikam ihtiyacı bulunuyordu. İlk kavgam değildi bu, daha önce de dayak yemiştim, nedenini anlayamıyordum. Zaten delikanlıca kavga etmediler, çok kişilerdi, arkadan saldırdılar gibi düşünceler kendimi aşağı görmemi engellemiyor, kinimi azaltmıyordu. Ateşim vardı, dişlerimi sıkıyor, kesik kesik nefes alıp veriyordum, parmak etlerimi yiyip, arada birde söyleniyordum sadece kavgayı düşünüyordum. Ahmet ise çoktan kavgayı unutmuş, telefonda sevgilisiyle neşeli muhabbetler ediyordu. Bende ne vardı bu siniri nasıl atacaktım üstümden?
-1.BÖLÜM SONU-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OBSESİF
AdventureBu kitap, şiddet derecesi yüksek bir kavganın arkasından, bir çeşit psikolojik sorunla karşılaşan Oğuz'un, bu tuhaf durumu benimseyerek şiddeti saplantı haline getirmesini ve başından geçen olaylarda, çıkmaza girdiği durumlara karşı verdiği tepkiyi...