Mekan VIP bir mekandı. Sadece üyelerine hizmet veren ve üyelerini de çok kapsamlı bir referans sistemi ile seçerlerdi. Çalışanlar titizlikle seçilirdi. Hepsinin de özgeçmişleri temiz ve itinalıydı. Mekanın sahibini çalışanlardan başkası bilmez ve asla aralarında konuşmazlardı. Bu konu üzerinde çok sıkı müeyyideler vardı. Hatta en son ağzı gevşek bir çalışan işten atıldıktan birkaç gün sonra sırra kadem basmıştı. O yüzden çalışanlar gelen her müşteriye karşı patronmuş gibi özenli ve titiz davranırlardı.
Pars mekanın kapısında sert bir frenle durdu. Kapıda ki görevli hemen gelerek arabanın kapısını açarak Pars’ a “hoş geldiniz…” diyerek başıyla selamladı. Pars arabadan inerken Mete hemen arkasına yanaştı. Diğer görevli de hemen ona doğru koşarak kapısını açtı. Mete ve Pars mekanın girişine doğru yürüdüler.
“Bu gece her zamanki gibi kendini kaybetmezsin dimi Pars?”
“Ne fark eder ki? Yeterince kaybım var diye düşünüyorum..”
Dedi sigarasını yakmak için zipposunun naif sesi eşliğinde. Kapıdan girişinde iri cüsseli iki adam onları bekliyordu. Hafif sertle karışık kibar bir dille;
“Kartlarınız efendim, hoş geldiniz…” dedi adamlardan birisi. Pars ve Mete üzerinde çipler bulunan kartlarını uzatarak görevliye verdiler. Görevli kartları elinde bulunan mini pda’ nın optik okuyucusuna gösterdi. Onay sesini aldıktan sonra kartları geri uzatarak;
“Teşekkür ederim efendim, iyi eğlenceler..” diyerek kapıdan bir adım yana açılarak yolu gösterdi. Pars ağzındaki sigarasını parmaklarıyla alarak hafifçe başını “teşekkürler” dercesine öne doğru eğdi. Mete hemen arkasında içeri girdiler.
İçerisi modern tasarlanmıştı. Parfümle karışmış sigara kokusu hemen hissediliyordu. İçerde sanki moda defilesinden fırlamış kızlar etrafta dolaşıyor giren erkekleri alıcı gözlerle süzüyorlardı. Pars esmer, 180 boylarında atletik bir yapıya sahipti. Siyah saçları ve sert çizgilere sahip yüz hatlarıyla dikkat çekerdi. Dudakları şekilli ve erkeksiydi. Siyah kaşları çatık gözleri de Moğollara benzer derecede çekikti. Mete’ de Pars’ dan geri kalmayacak derecede yakışıklıydı. Olgunluğu ifade eden hafif beyaz saçları, zayıf ama kaslı bir vücuda sahipti. Ela gözleri ve keskin bakışlarıyla insanları etkilerdi.
Pars mekanda sessiz kuytu bir yer bularak oturdu. Eliyle işaret ederek daha Mete gelmeden garsonu çağırdı. Mete etrafı süzerek Pars’ ın yanına geldi. Ceketini çıkarmak isterken koşarak gelen garson ceketini nazikçe tutarken kravatını gevşeterek koltuğa oturdu. Pars garsonun sormasını beklemeden;
“her zamankinden…”
Diyerek etrafı süzmeye başladı. Mete’de garsona dönerek kendisi de onaylarcasına kafasını salladı. Ve teşekkür etti. Mekan da kulakları okşayan hafif slow bir parça çalıyordu. Mete oturduğu koltuğa yaslanarak Pars’ a doğru dönerek;
“Eeeee..anlat bakalım sayın bilişimci…” dedi alay edercesine bir bakışla. Pars’ da misilleme yaparcasına; “İyilik be profesör senden ne haber..?” dedi sırıtarak…
İkisi de kılıf olarak niteledikleri işleri ile alay ediyorlardı. Her ne kadar alay etseler de işlerinde ikisi de başarılıydı. Genelde bu tür mekanlar da eskilerden bahsederlerdi. Eski aşklardan ve maceralardan. Konu kendiliğinden açılır ve bir yerde aniden bitiverirdi. Aslında ikisi de eskileri ne hatırlamak nede konuşmak istemezlerdi. Vicdanları bir şekilde onlara hesap sorar olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR...
FantasyHayat bazen insana öylesine güzel hediyeler sunar ki bunu biz insanoğlu görmemezden gelecek kadar kötümser oluruz. Aslında bu biraz da biz görebilen insanlar için görmeyi öğrenmek gibi bir şey…Görmesini bilmeyen bir gözden daha kötü bir durum yoktur...