Sırlar

142 13 1
                                    

Her şey o kadar hızlı gelişti ki ne olduğunu anlamadan kendimi tekrar yolda buldum. Bora endişeliydi. Onu rahatsız eden bu konu artık beni de rahatsız etmeye başlamıştı. Ne olduğunu sorsam bile cevap vermeyeceğini bilecek kadar iyi tanımıştım onu son üç günde.
"Nereye ve neden diye sormamam gerekiyor değil mi?"
Gülümsedi.
"Artık alışıyorsun bakıyorum da Eke?"
"Hah ben de onu soracaktım ne demek o?"
Kafasını yoldan çevirip bana döndü.
"Bilmiyor musun?"
Olumsuz anlamda kafamı salladım.
"Tam seni tanımlayan bir kelime."
"Neymiş o?"
"Çok bilmiş."
Koluna sıkı bir yumruk geçirdim. Ortamdaki gergin hava dağılmıştı.
"Bir ismim var." diye homurdandım.
"Biliyorum ama bu daha çok yakışıyor."
Omuz silktim. "Peki sen bilirsin. Yolumuz uzunsa uyuyacağım. Seni hiç çekemem şimdi."
"Bence de uyu Eke. Dikkatimi dağıtıyorsun."
Dil çıkararak sırtımı ona döndüm.
...
Karnımdaki ağırlıkla rahatsızca uyandım. Gözlerimi açmaya üşendiğim için elimi karnıma götürdüm.
Bir kol.
Sağ kolum olduğunu düşündüm ama kıpırdatamadım. Sol elimle dokununca da hissetmedim.
O an felç olduğumu bile düşündüm ama Bora'nın kolunun üstümde olacağını düşünmedim açıkçası. Uykumun en rahat saatlerinde bu düşünceyle gözlerimi açmak zorunda kaldım.
Evet Mısra senin kolun bu kadar devasa öyle mi?
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Arkama dönünce yine melekler gibi uyuyan bir Bora gördüm.
Uykum kaçtığı için kolunu büyük bir çabayla üstümden kaldırarak doğruldum. Uyandırmaya kıyamadığım için bu pozisyonun hesabını uyanınca soracaktım.
Yatakta oturur pozisyona geçerek etrafa göz gezdirdim. Bir otel odasıydı. Duvardaki saat akşamın 8'ini gösteriyordu. Ne diye bu kadar uyumuştum ki sanki? Öğlenden bu yana uyuyordum. Beni yine Bora taşımış olmalıydı.
Bora'nın uyanmasına daha çok vardır diyerek köşedeki bavuldan birkaç parça eşya alıp duşa girdim.
Çıkınca Bora'yı camda sigara içerken buldum.
"Günaydın uykucu."
Bazen arkasında gözünün olup olmadığını düşünmüyor değildim. Şaşkınlığımı anlamış olacak ki bana döndü ve "Kokun senden önce geliyor. Senin kokunu her yerde tanırım." dedi. Utanarak kafamı öne eğdim. Sonra bana sarılması aklıma gelince kafamı kaldırdım.
"Sen niye benim yanıma yattın?"
"Şu durumda soracak onlarca soru varken bu mu Eke?" güldü. "Başka yatak görebiliyor musun?"
"Tamam be."
Yine sinirlerimi bozmuştu dengesiz. Ama haklıydı. Niye burada olduğumuzu bilmiyordum.
Oturup saçlarımı tararken o da beni izledi. Yüzümün kızardığına emindim.
"Bu gece bir yere gitmemiz lazım. Üstüne şık bir şeyler giy. Ben aşağı inip yiyecek getireceğim."
İtiraz etmeme fırsat vermeden odadan çıktı. O anda bir havlama sesi duydum. Kapağı aralık bırakılan dolaptan geliyordu. Tabi ya Rüzgar'ı hiç merak etmemiştim. Bora onu otele gizlice sokmuş olmalıydı. Hemen dolabın kapağını açtım ve Rüzgar üstüme sıçradı. Kahkaha attım.
"Tamam oğlum sakin ol ben buradayım."
...
İşlek bir caddede, bir binanın önünde durduk. Arabadan indim. Bora yanıma gelip elimi tuttu. Önünde durduğumuz bina bar veya gece kulübü gibi bir yerdi. Kapıda korumalar vardı. Bora bir şeyler düşünüyor gibiydi. Ona güven verici bir bakış attım.
"Mısra, şimdi içeri gireceğiz ve sen benim gösterdiğim yerde ben gelene kadar oturacaksın tamam mı?"
"Oturacaksam beni niye getirdin?"
"Takip etmiş olabilirler. Otelde tek kalman güvenli değildi."
"Ne?" Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Kimler?"
"Sonra öğreneceksin. Şimdi dediğimi yap, içeride kimseyle konuşma."
İç çekerek "Peki." dedim.
Yaşım böyle yerlere yetmezdi ama Bora korumanın kulağına bir şeyler fısıldadı ve adam bizi tuhaf bakışlar eşliğinde içeri aldı.
Tahmin ettiğim gibi burası bir bardı. Ama herkesin sarhoş bir şekilde çılgınca dans ettiği türden değildi. Sanırım elit tabakanın mekanlarındandı. Oldukça lükstü.
Bora beni çekiştirerek bir bar taburesine oturttu. "Dediklerimi unutma." deyip arkada görünen bir odanın kapısını açtı ve içeri girdi.
Etrafa göz gezdirdim. İnsanlar benim aksime eğleniyorlardı. Benim ise şimdiden gürültü yüzünden başım ağrımıştı.
Ne kadar süre orada öylece oturdum bilmiyorum. Bir ara barmen içki isteyip istemediğimi sormuş ve ben de reddetmiştim.
Arka taraftan iki el silah sesi duyduğumda kafamı yasladığım masadan kaldırdım. Herkes endişeyle dışarı doğru koşuşturuyordu. O an Bora'nın içeride olduğunu hatırlayınca içimde oluşan endişe ve korkuyu kelimelerle anlatamazdım. Panik halde ayağa kalktım. Oturmaktan bacaklarım uyuşmuştu.
Yavaşça kapıya doğru adım atarken içeriden ses gelmiyordu. Tam kapının önüne geldiğimde kapı hızlıca açıldı. Bir adım daha önde olsaydım kafam fena halde yarılmış olabilirdi.
İçeriden Bora çıkınca tuttuğumu fark etmediğim nefesimi sesli bir şekilde dışarı verdim. Beni görünce kaşlarını çatarak "Yerinde kalmanı söylemiştim." dedi.
Sesindeki öfkeyi görmezden geldim ve "Orada öylece bekleyemezdim. O silah sesi neydi?" dedim açık kapıdan içeriye bakmaya çalışarak.
Bora anında kapıyı kapatıp "Arabaya." diyerek beni kolumdan sürükledi.
Arabaya binmeden önce tekrar etrafı kolaçan etmişti. Bu kadar tehlikeli olan neyin içinde olabileceğini çok merak ediyordum.
"Seni dinliyorum." dedim birden.
"Ne?" Sesi yorgundu.
"Anlatacağım demiştin ya?"
"Sonra dedim. Şimdi değil. Hem bilmemen senin için daha iyi."
Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım.
"Beni hayatımı bırakmaya zorlayarak buraya getiriyorsun, bir işler çeviriyorsun ama bilmemem gerekiyor öyle mi? Beni buraya bunun için mi getirdin?"
Sinirle elini saçlarının arasından geçirdi.
"Böyle olmaması gerekiyordu. Böyle planlamamıştım tamam mı? Ama halledeceğim. Şimdilik hiçbir şey sorma ve bana güven olur mu?"
Son cümlede sesinin yumuşaklığı sinirimim geçmesine yetti.
"Tamam ama söz ver anlatacaksın."
"Söz."
"Şimdi otele mi?"
"Hayır."
"Ne? Bora bak bugünlük bu kadar aksiyon yeter başka gün hallet işini."
"Aksiyon yok merak etme."
"Off.. peki nereye?"
"Çok soru sorma diye binlerce kez tekrar etmek zorunda mıyım Eke?"
Gözlerimi devirdim. "Aman be. Sustum."
Yol boyunca ben hiç konuşmamış Bora da birkaç kere bana bakıp sırıtmaktan başka bir şey yapmamıştı. Bir ara yine telefonda biriyle görüşmüştü ama şifreli konuştuğu için pek bir şey anlayamamıştım.
Sonunda araba durduğunda ise tenha bir yerde bir kulübenin önünde olduğumuzu farkettim. Ağaçlardan ampuller sarkıtılmış, etraf aydınlatılmıştı. Arabadan indik. Kulübenin hemen önünde büyüleyici bir manzara eşliğinde bir yemek masası vardı. Onun da üstü donatılmıştı. Ama kafama dank etmesini sağlayan bunların hiçbiri değildi.
İki ağacın arasına gerilmiş pankarttaki çiçeklerle yazılmış kocaman bir '18' rakamı ve altındaki 'İyi ki doğdun Eke' yazısıydı.
Bir insan nasıl kendi doğum gününü unutmuş olabilirdi ki?
Bora önüme geçip elini çeneme getirdi ve şaşkınlıktan açılan ağızımı gülümseyerek kapattı.
"Gerçekten mi Eke? Unutkanlıkta level atladın şuan."
Dalga geçtiğini görünce şaşkınlığımı yendim ve ciddi bir ifade takınıp "Haklı mazeretlerim var." dedim.
"Kaç gündür senden başka insan görmedim. Üstelik telefonum bile yanımda değil. Hayattan soyutlanmış birinin tarihi hatırlamaması sence de normal değil mi?"
Güldü. "Peki peki. Hadi geç oturalım."
Masaya oturduk. Bir süre hiç konuşmadan ikimiz de gökyüzünü ve manzarayı izledik. Sonra aynı anda ağzımızı açtık ve anında ikimiz de sustuk. İki saniye geçmeden aynı anda kahkaha patlattık.
"Sen söyle." dedi.
"Hayır önce sen."
"Bana itiraz etme hakkını size tanıdığımı hatırlamıyorum bayan." dedi pis sırıtışıyla.
"Öküz" dedim. "Sadece teşekkür etmek istemiştim."
Güldü. "Bana teşekkür etme. Sen her şeye değersin."
Bu beklenmedik cümlesiyle konuyu değiştirme gereksinimi duydum.
"Sen ne diyecektin."
"Önemli bir şey değil."
"Ya söylesene."
Genzini temizleyip masaya dirseklerini koyarak eğildi ve bana yaklaştı.
"Bugün sana olanları anlatmadığım için üzgünüm. Sadece benim karanlığımda boğulmanı istemiyorum ama senden uzak da kalamıyorum. En kötüsü de seni bırakırsam bu sefer kendi yaşadıklarında boğulmandan korkuyorum."
Birkaç saniye dediğini anlamaya çalıştım. İlk defa kendini böylesine açmıştı Bora. Yaklaşıp ellerini tuttum.
"Korkma, senin yanında olduğum sürece bana bir şey olmaz."

BaşlangıçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin