ANDROMEDA'YI YAKALAMAK

417 40 7
                                    

ANDROMEDA'YI YAKALAMAK

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

ANDROMEDA'YI YAKALAMAK.

Yolların kesiştiği, yılların durmadan kendi döngüsünde döndüğü ve döndüğü ve döndüğü bu semtte, gri binaların içinde insanların gözlerinin odağından kendini kaçıramadığına inanan Byun Baekhyun, yirmisinde, kuyruğunu sonunda kendi eline aldığı, adımlarını arkaya bakmadan attığı bir yaşama aç bir hâlde yıkılmış, olabildiğince dibin tadına bakmıştı ve burada, kocaman binanın üstüne kuzeni Kyungsoo sayesinde bir gece vakti yazdığı oldukça büyük BEN BİR SOLUCAN DELİĞİ DEĞİLİM yazısını izliyordu. Bugün burada onun için döngüler durulmadı, zaman tersten akmadı, dahası kilo almadı, Baekhyun hiçbir zaman kilo almadı, almamalıydı, büyümedi, değişmedi, negatifi pozitifini bulmadı, yine de bu yazı, birkaç güne bir hiçmiş gibi üstü kapatılacak olan bu yazı ona birçok şey fısıldadı. Bugün bir haftadır yaptığı sıvı diyetini bozmadı, mutlu olmadı ya da kurtulmadı, aynasına sığmadı, buradan kaçamadı fakat bu yazı sandığının aksine orada olması gerektiğinden çok daha fazla kaldı.

Karlar okyanusu buldu, rüzgarlar rotasını kırdı ve sonunda güneş tepeye geldi, bulutlar gökyüzüne küstü ve tiyatro oyunu için yollardan bulduğu insanlarla takımını toplayan Park Chanyeol çok çirkin bir semtin çok çirkin fakat kocaman binasında bir yazıya rastladı. BEN BİR SOLUCAN DELİĞİ DEĞİLİM. Eskimiş, bazı harfleri neredeyse silinecek olan bu yazı ona ilhamlar katmadı, hayatını değiştirmedi ya da uzun uzun düşündürtmedi. Sadece buz mavisi karavanının yolunu bu çirkin semtin içine kırmasına sebep oldu. Küçük bir merak çok büyük bir kapıyı açtı. Sekizler soytarılarla akrobasi yaptı, soylular pahalı kıyafetleri içerisinde çamurlara bulandı ve o yaz Byun Baekhyun kendi solucan deliğini kırdı. Bir sahnede, haftalarca çalışıp çıkarmayı başardığı gür sesiyle hiç olmadığı kadar var oldu fakat her şey burada başlamadığı gibi burada da bitmedi.

Byun Baekhyun, kuzeni Kyungsoo ve ölü dostlarının yavuklusu diye yanlarında dolanan Kim Jongin bu semtin en dış gıcırdatan ve yorucu, asla yakalanmayan fakat hepsi şans eseri gerçekleşen, görüp görülebilecek en amatör ve beceriksiz hırsızlarıydı. Sokaktaki bir insandan rastgele cüzdan çalmayı beceremeyen bu üçlü bir şekilde büyük işler yapmaya kalkışıp işlerinin Robin Hood'luk olduğunu söyleyerek vicdanlarını rahatlatırken hiç yaşanmaması gereken bir şey yaşandı. Çaldıkları elli milyon wonu bir gecede çaldıkları kişinin kendisine geri kaptırdılar ve o günden sonra kıçlarını asla beladan kurtaramadılar. Parayı verecekleri kişiler bu semtin her gri binasının arasında onları ararken parayı geri toplamaya çalışıyor, çeyreğini bile elde edemiyor ve bir gün kazananına on milyon verilecek bir yarışma afişi buluyorlardı. SEKİZ Kİ NE SEKİZ, BU SEKİZ OYNAR SEKİZ adlı yarışma sizden bir saatlik bir tiyatro oyunu canlandırmanızı ve oylamada birinci seçilmenizi istiyordu. Park Chanyeol ve hâlâ tamamlanmamış takımı da burada hayatlarının tam ortasına düşüveriyordu.

Baekhyun belki anoreksiyayla savaşıyordu, belki inatçıydı, çok yürekli değildi fakat geri de asla basmazdı, uçuk değildi, zengin değildi, geleceği karanlık dairelerden başka hiçbir şey çizmiyordu fakat bu yirminci yazında kıçını bırakmayan, onu gördükleri an indirecek mafyamsı insanlara, Park Chanyeol'ün insanı çileden çıkartan eğitimine ve kendi içinde döngüsünü kıramadığı solucan deliğine rağmen, hiç olmadığı kadar çok gülümsedi. Solucan deliklerinden kaçısın olmazdı ama korkmanın da faydası yoktu çünkü bu yolun bir sonu vardı. Karayı beyaza bağlayan durağan bu yol seni içinde ne kadar hapsederse etsin çıkışın tüm evrenin ışıklarını söndürecek kadar parlak olurdu. Baekhyun kalesinden kaçtı, parladı ve sahnedeydi, on milyon wonu alacaktı ve her şey olması gerektiği gibi olacaktı çünkü evren oyunlar oynamazdı. Fakat kalbi oynardı, oynayacaktı da. Bu yaza yetişmek sandığından zor olacaktı ama yolun sonu vardı, bu sahte soylu kıyafetleri ve çamurların içindeyken bile bir çıkış yolu vardı çünkü ta en başından fark etmediği bir gerçeğe sahipti, bunca aksiliğe rağmen üzerinde gidebileceği bir yolu vardı.

"'Deniz platin sarısı saçlarını karıştırır, karıştır Sehun ne bekliyorsun, tasını duvara atar ve konuşur.'

Sehun sinirle gözlerini devirip tasını duvara attı. 'Burası benim kaybettiğim yer. Ölüm hiç olmadığı kadar çok içime işlemiş durumda. Varım yoğum, her şeyim artık bir hiç, ben artık sönmüş bir yıldız gibiyim, ben balığı bitmiş bir denizim. Ben artık evrenin bile kabul etmeyeceği bir karanfil, bir acı, bir sarıyım. Ben bu evrende görülmüş en çirkin sarıyım!" Dramatik bir şekilde kendini oturduğu yerden yere attı. Gözleri kapalı değildi, gözleri açık ölmeliydi.

Chanyeol yeşil gözlerini kısıp bir süre Sehun'u izledikten sonra senaryo kağıdını yüzüne doğru kaldırdı. 'Günberi sahneye girer, ışık bir tek ondadır, üstü başı çamur içindedir ve ağlıyordur, dramatik bir şekilde, ışığın onda olduğunu bilir gibi konuşur.' Chanyeol senaryoyu okurken sahneye çıkmış, ağlarmışım gibi büzdüğüm suratım ile Sehun'u bir süre izlemiş ve en sonunda suratımı sahnenin önünde beni izleyen takımıma döndürmüştüm. Juyeon daha bu sabah az daha götümüzü yakalamıştı, adrenalin ve gerginliği üzerimden atabildiğim söylenemezdi, bu yüzden repliklerim aklımda eksiksiz dursa da ağzımdan nasıl çıkardı hiçbir fikrim yoktu.

'Ben,' deyip bir adım atıp öne gittim. 'Ben ki sekizin soytarısı, evrenin yıldızı ve sokağın taşı,' Dizlerimin üstüne düşüp ellerimi birleştirerek göğsüme götürdüm. 'Ben ki maça ben, ben ki zaman ben bugün burada hiç olmadığım kadar çok durağanlaştım ve kaybettiğim tek şey pozitifim olmadı. Ben ki beyazın karası ben, ben ki iyiliğin kötülüğü ben bugün durdum,' Başımı olabildiğince dramatik bir şekilde yukarı kaldırdım. Gözlerimden yaşların aktığını hayal ediyor, sanki kendimi zorluyormuşum gibi dişlerimi sıkıyordum. "Ben ki evreni tek başıma çatlattım ve ağladım, binlerce, trilyonlarca yıldız ağladım. Ve tüm yıldızlarımı kaybettim. Ben ki Günberi ben, en yakınımı, güneşimi, yıldızımı kaybettim.'

Başımı eğmeden, siyah saçlarım alnıma dökülmüş bir hâlde Chanyeol'ün konuşmasını bekledim. 'Yavaşça perde kapanmaya başlar.' İç çekti. "Günberi yüzünü gökyüzünden çekmez, kederin yaşları hâlâ gözlerinden akmaktadır, tam iki taraftan kapanan perde onu ortaladığında bakışlarını sahneye indirir, acı dolu gözleri herkesin bakış açısına girer ve perde kapanır.'

Sehun homurdanarak yerden kalkıp yanıma geldi. Onun gelişiyle ben de ayaklanıp yorum yapması için Chanyeol'ün konuşmasını beklemeye başladım. Normalde asla susmayan, her bir hareketimize laf yapıp baştan sona sadece kötü eleştirilerini dile getiren Chanyeol'ün böyle sessiz kalması germişti beni. Aklında ne vardı bilmiyordum ama sorun değildi, sahne arkasında öğrenirdim. Canımı sıkan tek şey şu an aklını karıştıran her ne ise onun sinirini bizden çıkaracak gibi durmasıydı.

'İlk olarak aferin, replikler kusursuz, duygu güzeldi fakat Sehun bir daha sakın kendini aynı bir veletmişsin de oyuncak istiyormuşsun gibi yere atma. Ölüyorsun. Ve Baekhyun,' Susup kafasını iki yana sallayarak derince iç çekti. 'Bir daha sahnede sesin götüne kaçmış gibi konuşursan olacaklardan ben sorumlu değilim. ŞİMDİ,' deyip yılların tiyatro getirisi sayesinde oldukça kalın sesiyle gürledi. 'SIÇTIĞIMIN SAHNESİNİ KUSURSUZ OLANA DEK TEKRAR EDİYORUZ, HERKES İŞ BAŞINA!'"

🌙

Andromeda'yı Yakalamak, Eylül'de sizlerle!

#SummerFestHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin