8: Saklanamayan Bukalemun

2.2K 259 126
                                    

Sabah hepimiz bir işe koşmuştuk kalktıktan sonra. Evdeki eksikleri tamamlayıp eve geçecektim. Kerim'i bizim eve bırakmıştım yapılacak bir şey olursa diye. Hem belki bu arada Güleyşa ile konuşma fırsatı bulurdu.

Bizim taraftan sadece amcamlar gelecekti, Murat'ın ailesi oldukça genişti. Babaannem seneler önce ölünce, halamla tarla davası yüzünden küsmüştü babam. Annemin tarafı ise olanlardan sonra bizimle görüşmemişti. Ondan önce çok görüşüyormuşuz gibi konuşuyordum ama bir gün olsun annemi arayıp sorduklarını bilmezdim.

Merkeze arabayla geldiğim için dönerken mezarlığa uğramaya karar vermiştim. Gitmeyi çoğu zaman hem istiyordum hem istemiyordum. Girişe ne zaman yaklaşsam sanki ayaklarım geri geri gidiyordu.

Her ölüm pişmanlık getiriyordu. Nasıl olduğu fark etmezdi, yapamadıklarınız, yaptıklarınız hepsi bir pişmanlık sebebi oluyordu. Bu yüzden yaşam benim için hep garip bir bilinmezdi, öldükten sonra tüm hayat bir pişmanlık mıydı?

Kar tutmamıştı ama yerleri ıslak bıraktığından ayakkabılarım çamur olmuştu. Mezarlıktaki kuş sesleri bütün bu kasveti yok etmeye yetmiyordu. Burası eski bir mezarlıktı, zaten çok fazla da mezarlık yoktu burada.

Annemin mezarına geldiğimde eskimiş mezar taşına baktım. Benden başka gelen yoktu buraya. Annem hayatta olduğu kadar burada da yalnızdı. Hayatımın en karmaşık duygularını anneme hissediyordum. Toprağın üzerindeki otları yolup kenara koydum. Daha önce ağaç dikmeye çalışmıştık ama tutmamıştı. Annem öyle bahtsız ve anlaşılmamış bir kadındı ki, onu suçlamayı çoktan bırakmıştım.

Yaşarken onu ne çocukları ne de kocası anlamıştı. Ailesi onu satılacak bir mal, sofradan eksilecek bir boğaz gibi görmüştü. Annem aslında eskiden severdi beni, bazı geceler saçlarımı okşadığını hatırlıyordum ama tamamı olmayan anılardı bunlar.

Telefon çalmaya başladığında cebimden çıkarıp kimin aradığına baktım. Amcamın adını görünce yüzüm buruşsa da açmam gerektiğini biliyordum.

''Efendim Amca?''

''Alo? Yeğenim, saat kaçta bu isteme?'' Günlük konuşmaları es geçip direkt konuşmaya girmişti. Zaten bir gün olsun ne babama ne bize hal hatır sorduğunu bilmezdim.

''Sekizde dendi amca.'' diye cevapladım.

''He iyi iyi. Yemek var değil mi? Aç kalmayalım.'' Derin bir nefes aldım. Köy ve bizim evin arası sadece kırk beş dakikaydı.

''Var amca var. Kalmayız.'' Yine iyi iyi dedikten sonra suratıma kapatmıştı.

Anneme Güleyşa'nın evlendiğini anlattım, biraz da Kerim'den bahsettim. Sonra gitme vaktimin geldiğini anlayıp kalktım. Bu aralar içim boşalmış gibiydi. Hatta sadece bu aralar değil, genel diyeceğim bir boşluktu bu. Kendime ulaşamıyor gibi hissediyordum. Duyguları yeni anlamaya başlamış ama isimlendiremeyen bir çocuk gibi. Bir şekilde uzaklaşmıştım kendimden ve olan her şeyi tepeden izliyordum.

Eve gidene kadar kafam bunlarla doluydu. Eve girince burnuma güzel yemek kokuları çarpınca gülümsedim. Elimdeki poşetlerle mutfağa girdiğimde Kerim tencerenin üzerine eğilmiş bir şey yapıyordu.

''Ne yapıyorsun sen?'' Sesim gayet normal olmasına karşın irkilip bana döndü. Ağzındaki sarma ve kocaman açılmış sarıya çalan gözleriyle bana bakınca gülmeye başladım.

''Basıldın.'' dedim poşetleri bırakarak.

''Güleyşa'ya sakın söyleme! Giyinmeye gitti, keser beni.'' derken hala sarmaları yemeye çalışıyordu.

''Yemek mi vermediler oğlum bu ne hal?'' Ben de yanına yaklaşıp bir tane attım ağzıma. Ekşiliği, tadı, her şeyi harika olmuştu.

''Yok, yedik ama sarmalardan yemeye izin yoktu. Murat'a yapmış Güleyşa hanım!'' Gözlerini devirince güldüm. Gözüme aşırı tatlı geliyordu şu an.

Kuşların Vurulduğu Zaman | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin