2. BÖLÜM

90 7 3
                                    

Ben gideceğimiz yer hakkında çeşitli hayallere dalmışken Bulut amcam beni kucaklayıp mahallenin başındaki eczaneye getirdi.

Simit arabasını kenara koyup beni kucakladı ve eczaneye girdik. Sinirle kazağımı çıkartıp oradakilere kesik ve morarıklarımı göstermeye başladı. İçeridekiler ise telaşla anlamadığım türden şeyler konuşuyordu. Koluma dikiş attıktan ve vücuduma birkaç krem sürdükten sonra yüz ifadeleri normale döndü. Son olarak eczacı abla yanağıma minicik bir öpücük kondurduktan sonra çıktık. Ben bu şeylerin parasını Bulut amcaya nasıl ödeyeceğimi düşünürken o, az önceki tavrıyla tekrardan hızlıca beni kucaklayıp simit arabasına oturttu. Krem biraz yakmıştı ama söyleyemedim. Katlanılamayacak derecede değildi.

Bulut amca sahile vardığımızda yeniden eski yerimize oturup bana gel işareti yaptı. Koşarak yanına gittim. Beraber oturmuş denizi seyrediyorduk. Sessizliği bozarak "özür dilerim amca, gerçekten özür dilerim. Bu şeylerin parasını sana büyüyünce veririm. Olmaz mı? 200 gün sonra söz" dedim. O ise çatık kaşlarını kaldırıp tatlı bir tebessümle "önemi yok Ali." dedi.

O iyi birisiydi. Gerçek anlamda iyi birisi... Ama bana yaptığı en büyük iyilik bu değil.

Bu olay yaşandıktan yaklaşık 10 gün sonra, Bulut amcamla gün boyu tüm simitleri satıp akşam beni harabeme bıraktığında, babama karşı ağır başlı olmamı tembih etmişti. O zamanlar bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum tabiki... Ve haritam günlerce elimden hiç ayrılmadı. 9 yaşındayken tüm ülkeleri başkentleriyle birlikte ezberleyebilmiştim. En çok ilgimi çeken yerleri (Fransa, Hindistan, Ankara, Mısır) kafama yerleştirip büyüyünce kesinlikle Bulut amcamla gezeceğimi planladım. Onları gezdikten sonra da diğer ülkeleri, şehirleri...

O gün vedalaşıp ayrıldığımızda içime kötü bir his doğmuştu. Yaralarım da eskisi kadar acımıyordu ama içim içime sığmadı bir an. Kalbimi boğazımda atıyormuş gibi hissettim. Pencereden uzun uzun gidişini seyrettim Bulut amcamın, sanki bir daha göremeyecekmiş gibi...

İçeriden babamın kapıyı açmaya çalıştığını duyunca hemen yere uzanıp uyuyor takliti yaptım. Gelip bana bir baktıktan sonra yere tükürüp odasına gitti. Yine elinde o şişelerden vardı. Babamı dengesiz yapan şeylerle dolu olandan...

Fazlasıyla yorulmuş olmalıydım. Çok tatlı bir uyku bastırdı. Uyuyor takliti yaparken uyuyakaldım. Ta ki o depreme kadar...

1999 yılı Ağustos ayındaki o deprem işte tam o gün yaşandı. Ben masumca gözlerimi kapatmış, rüyadan rüyaya atlıyorken bir anda yer sallanmaya başladı. Ayağa kalkıp pencereye uzandığımda deprem dahada şiddetlendi. Köpekler acı bir şekilde havlıyor insanlar gecenin karanlığında çığlık ve koşu yarışı yapıyordu. Dengemi kaybedip yere yuvarlandığımda binanın yıkılmaya başladığını farkettim. İşte o an benim ölüm anım olmalıydı. Ama ölmedim. Yerine, dibinde yattığım pencere yüzümün üstüne çöktü.

Ben acı içinde çığlık atarken kimse beni duyamadı. Can pazarı gibiydi her yer. Bulut amcamı düşündüm. Bana yaptığı iyilikleri düşündüm. Bir daha onu görebilecek miyim diye düşündüm. Ve bitti. Artık yer sallanmıyordu.

Çığlık atarak "Buradayım" dedim. Fakat herkes aynı durumdaydı. Dışarıdan gelen en yakın ses beni mahallede beni en çok döven Fatih in sesiydi. "Anne" diye bağırıyordu. Ama o binanında bu depremden sağlam çıkabileceğini sanmıyordum doğrusu. Yüzüme düşen camın acısını hissetmemeye çalıştım. Sayı saydım. Hatırlayabildiğim tüm ülkeleri alfabetik saydım. Ama olmuyordu. En çokta gözlerim acıyordu. Çığlıklarımı keskinleştirip "Yardım edin! Buradayım" dedim. Ama herkes kendi canı peşindeydi.

Gözlerimi açtım. Rüya olsa bile bitmesi gerekiyordu ama değildi, biliyordum. Yinede uyanamadım. Heryer karanlıktı. Ellerimdeki camları çırparak yüzüme dokundum. Sırılsıklamdı. Kan olmalı diye düşündüm. "Bitecek, bitecek..." diye tekrarlamaya başladım. Herkesin sesi fazla yakından geliyordu. Bir adım attım. Düşmediğime sevindim en azından. Ve ikinci adım ve üçüncü derken dördüncü adımda ayağım sert bir şekilde bir yere takıldı ve feci bir şekilde düşecekken birisi beni tuttu.

Bağırarak konuşmaya devam ettim "Bulut amca! Bulut amca buradasın. Göremiyorum amca. Göremiyorum. Yardım et. Sen iyi misin?"

Tanıdığım bir ses " Bulut amca da kim ya! Yüzüne ne oldu senin?! Baban nerede? Beni duyuyor musun? Annemi gördün mü?" diye cevapladı telaşla. Bu Fatih'ti.

Hayır göremiyorum demeye çalıştım. Ama olmadı. Kelimeler çıkmıyordu ağzımdan. 1 gün önce nefret ettiğim çocuk yanımdaki tek kişi şimdi diye düşüncelere dalınca sağlam kalan evin olup olmadığını sormak için ağzımı açtım. "Fatih" dedim. Ama ses yoktu. Elimle yokladım. O da gitmişti. Artık tam anlamıyla tektim. Gözyaşlarımı silmeye kalkışsam yüzümdeki cam kırıkları sürtünüp yanağımı kesiyordu. Burnumu çekmeye kalkışsam etraftaki kan kokusundan midem ağzıma vuruyordu.

Çaresizdim. Tam anlamıyla çaresiz. Oturup bir kurtarıcı bekledim. Bulut amcamı düşündüm. Ve birkaç saat önceki hayallerimi. Şimdi hepsi bana uzak geliyordu. Karanlıktı. Tam anlamıyla karanlık...

Karanlık GünlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin